Ana rahmine düştüğümüz ilk andan itibaren, beraberinde yeryüzüne verdiğimiz ilk nefesle birlikte, ailemizden birtakım genetik mirasları da devralıyoruz. Bazı fiziksel özelliklerimizi, bazı ruhsal temellerimizi, bazı hastalıklarımızı hatta bazı düşlerimizi, düşlemlerimizi bile... Peki ya travmaları da devralıyor muyuz? Ailemizin, hatta o kuşakta yaşayan diğer insanların hiçbir zaman söze dökemediği, belki de göremediği o karanlık girdaplar da geçiyor mudur kendi ruhsallığımıza? Bulaşıcı bir hastalık gibi, travmanın da bulaşıcı özelliği var mı? İnsan anlatılmayanı bilebilir mi? Dile dökülmeyenin izini taşıyabilir mi? Nereden geldiğini anlayamadığımız, elimize ayağımıza dolanan çoğu hallerimizin kökeni çok derinlerdeki, hatta bize bile ait olmayan 2. el bir travmaya dayanabilir mi? Peki ya bunu bilmek, çözmeye yeter mi?
Özellikle politik psikoloji ve psikanaliz alanında yaptığı pek kıymetli çalışmalarıyla tanınan, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Kıbrıs doğumlu psikiyatrist Prof. Dr. Vamık D. Volkan, Okuyan Us yayınlarından çıkan Psikanalitik Öyküler serisinin 4. kitabı Hayvan Katili’nde travmanın kuşaklararası aktarımına ilişkin oldukça çarpıcı bir vaka örneği sunuyor.
Kitaptaki takma adı Peter olan analizan, küçük bir bebekken babası tarafından terk ediliyor, anne ve anneannesi tarafından büyütülüyor. Özyönetimine ve özbakımına sürekli müdahalelerde bulunulan, çeşitli baskılara maruz kalan Peter, anne ve anneannesi tarafından sürekli besleniyor ve şişman bir çocuk haline geliyor. Zamanla yediklerini kusmaya başlıyor. Ayrıca kendisine ait bir yatağı olmaması sebebiyle, anneannesiyle uyumaya, İncil hikayeleri dinlemeye ve “iyi” bir çocuk olmaya mecbur bırakılıyor. (Bu sıraladığım anahtar özelliklerin daha sonra yetişkin Peter’ın sosyal, cinsel, dinsel yaşamına nasıl etki ettiğini, o etkilerin buralarla nasıl bağlantılı olduğunu görüyoruz.)
Peter’in annesi, bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonlara esir düşen, Bataan Ölüm Yürüyüşü’nden kurtulup, O’Donnell Kampı’na bile dayanabilen, inanılmaz zor koşullarda hayatta kalmayı başarabilen, bir adamla yani Gregory’le evleniyor. Bu sayede Peter ve annesi, anneannesiyle paylaştıkları evden ayrılıp, bambaşka bir hayata başlıyorlar. Gregory, küçük bir çocuk olan Peter’ın gelişmekte olan iç dünyasını, iç yapılanmasını, kendi travmalı benlik imgesini aktarabileceği bir depo olarak görüyor. Ve kendi yaşadığı travmaları adeta Peter’ın üzerine yığıyor. Peter, büyüyüp, yetişkin hayatına adım atınca silah sektörünün çok önemli saydığı bir işadamı haline geliyor. Bu dönemlerde Gregory’nin de teşviğiyle, Peter’ın en büyük zevki avcılık oluyor. Kendisi Alaska’ya gidip, helikopterle bir geyik sürüsü üzerinde uçup, tüm sürüyü bir makineli tüfekle nasıl vurduğunu gururla anlatıyor. Peter, hayvanları öldüren, sonra onların içini doldurup, gerçeğe en yakın gözleri- dişleri bulan bir hayvan katiline dönüşüyor. Peter, sahip olduğu abartılmış ve zararlı narsisizm kişilik bozukluğunu, hayvanlar üzerinde iktidar ve zulüm uygulayarak teyit ediyor. Hayvanların ölümü ve yaşamı üzerinde kontrol kurmaya çalışan bir hayvan tanrısı olarak imgeleniyor. İçki ve yeme sorunları yaşayan Peter, bir gün, karısıyla birlikte katıldıkları bir davette çok içki içip valinin üzerine kusunca karısı artık dayanamayıp, Peter’a kesinlikle değişmesini ve bir psikoterapistten yardım alması gerektiğini söylüyor. Ve Peter’ın psikanaliz süreci, Dr. Pine ile tam da bu noktada başlıyor.
Hayvan Katili kitabında, narsisizm kişilik bozukluğu ve kuşaklararası travma aktarımının içiçe geçmişliğiyle oldukça zor bir vakaya tanık oluyoruz. Kitabın önemli bir özelliği, Vamık D.Volkan bu vakada Peter’in değil, Peter’ın psikanalistinin gözlemcisi yani supervizörü kimliğiyle yer alıyor. Bu sayede bizler de okuyucu olarak psikanalist ve analizandan oluşan bir psikanaliz sürecinin tamamen sahne arkasında, 3. bir göz olarak yer alıyoruz. Analizanın uzandığı divana ve divanın arkasında psikanalistin oturduğu koltuğa kapı aralığından bakıyoruz. Bir psikanalist olan Dr. Pine eşliğinde analizanın iç dünyasına girebildiğimiz gibi aynı zamanda Vamık Volkan eşliğinde de bir psikanalistin travmalarına, hüznüne, bazen de öfkesine dokunuyoruz.
Hayvan katilinden, hayvan özgürleştiricisine
Bir adamın hayvan katilinden, adım adım hayvan özgürleştiricisine doğru nasıl dönüşebildiğini sinematografik bir roman tadında okuyoruz. Bir anlamda kendi kendisinin katilliğinden kurtulup, kendi özgürlüğüne kavuşmasının hikayesine eşlik ediyoruz.
Yıllarca süren psikanalitik bir çalışmanın tüm aşamalarını görebildiğimiz bu kitapta, ağır psikanalitik teknik ve terimlerin olduğu bir jargonla karşılaşmıyoruz. Fakat yine de bazı terimlerin anlaşılamayacağı ve kafa karıştıracağı riskini ortadan kaldırmak için kitabın arkasında her bölüme özgü dipnotlara rastlıyoruz.
Vamık D.Volkan, kitabı yazma amaçlarından birini şöyle ifade ediyor: “Peter’ın vakasında onun sadece hayvanlara karşı sıradışı saldırgan ve ölümcül eylemler durumundaki motivasyonlarına atıf yapılmaktadır ve o vaka bizi, benzer ya da ilgili ama kendine özgü yanları da olan diğer motivasyonlara, yani toplu halde insan öldürenlerin motivasyonlarına yöneltmeye yardımcı olacaktır.”
Özellikle son yıllarda, ülkemizin yönetim tarzında narsisizm etkisini yoğun olarak hissettiğimiz söylenebilir. Bunun dolaylı bir sonucu olarak insan öldürme motivasyonunun bu denli yükselmesi, kitaptaki hayvan avcılığını bir metafor olarak düşünüp, kitabı başka bir gözle de yorumlamamızı sağlayabilir. Ancak bu noktada dikkatli olmakta yarar var; çünkü çabucak ulaşılan tekinsiz bir tanıdıklık hissi oldukça can acıtıcı olabiliyor. Bizden önceki kuşakların yaşadığı travmaların bizi nasıl etkilediği yavaş yavaş ortaya dökülürken, travma üstüne travma biriktirdiğimiz şu hazin günlerde, bunların bizden sonraki kuşaklara nasıl bulaşacağı, onları nasıl etkileyeceği ise başka bir yazıda irdelenebilir.
Görsel: Can Çetinkaya
Yeni yorum gönder