Dayatılmış doğruların kimin ve neyin tekelinde olduğunu fark etmek, bu doğruların hangi gerçekliğe hizmette bulunduğunu saptamak ciddi bir suç oluşturabilir. Hele hele bu doğrulardan uzak durmak, söylenenin tam tersindeki hayattan zevk almak ve bu hayatı tanıtmak, övmek, oluşturduğu suçun uzantısı tiksintiyi de beraberinde getirir. Burada mesele muhalif olmak da değildir; tamamen başka bir dünya, başka bir algı kurmak, reddedilenle muhatap olmayı bile düşünmemektir. Bu dil ve varoluş değiştirme eylemi resmi ideolojilerin her zaman canını sıkmış, kendisini ve kurumlarını önemsemeyen bireyi tahammülsüzlük sınırında düşman ilan etmiştir. William Burroughs, bu çerçevede, mimlenmiş, hatta lanetli bir yazardır.
Edebiyatı yüksek duyarlılık, eşsiz lirizm ve bir nevi mazlumun-abdalın sitayişi sanmakla mükellef merciler için söz edilmemesi gereken mevzular, kullanılmaması gereken kelimeler, değinilmemesi gereken durumlar vardır. Yasağın devreye girdiği coğrafyalarda devlet halkına güvenmez, halkının yerine karar verir; halkının nasıl yaşayacağına, halkının nasıl konuşacağına, halkının nasıl düşüneceğine ve sonuçta sanatçılarının nasıl ürünler vereceğine dair önlemler alır. Devlete göre halk özürlüdür. Bakıma muhtaçtır. IQ’su düşüktür, anlama ve uygulama zafiyeti vardır.
Şekilde görülen devletlerde hayatında ‘dadaist’le bile karşılaşmamış siyah adamlar, cut-up tekniğiyle yazılmış bir romanı yargılayabilir, evlerinde-arabalarında transseksüel şarkıcıların albümlerini dinlerken “bu ülkede eşcinsel yoktur” açıklaması yapabilir, televizyonlarda yayınlanmak üzere sigara karşıtı reklamlar çektirirken uyuşturucu kaçakçılığından köşeyi dönebilir. Şekilde görülen devletlerde her an heykeller yıktırılıp ressamlar bıçaklanabilir. Şekilde görülen devletlerde internete filtre getirilerek fişleme kolaylaştırılabilir, içki satışı/kullanımı zorlaştırılarak keyif sınırlandırılabilir. Bunlar doğaldır. Burroughs ise tiksindiricidir.
Ortadaki trajedi, elementlerin periyodik tablosundaki Amerikyum’un simgesini değiştirmeye kadar gidecektir.
Burroughs, dahilik-halüsinasyon-alternatif seks üçgenini otobiyografik uzantılar da taşıyan metinlerine yerleştirirken parsellenmiş gezegenle işini çoktan bitirmiş, önceden kurguladığı bir performansı deforme ederek kırılma/bükülme noktalarında anlam ve olgu gerilimleri yaratmayı ustalıkla denemiştir.
Burroughs için edebiyat da, ömür de, beden de bir laboratuardır zaten. Her an kaza olabilir. Her an bir şey infilak edebilir. Her an biri ölebilir. Kaçınılmazdır.
Otomatik itaat, sentetik şizofreni, yönetmek için kitle üretimi iktidarların gizli programlarıdır. Bu programların dışına çıkmayı ancak zeki serseriler gerçekleştirebilir. Çünkü bu programların dışına çıkma, dışında kalma cesaretini ancak zeki serseriler gösterebilir. Kurgunun bile sistemle ilişkilendirilebileceğini bilen Burroughs, tıpkı bir rüyanın oluşumuna benzer cut-up tekniğini paste-up’ın karşısına koymuştur. Zeki serserilerin biçimidir bu. Dengesizlikten çok, ayrışıklığın uyumunun göstergesidir. Yazarın anlatım profesyonelliğindeki bu başarısının yanında, ağır yaşamı değerlendirilecek olursa, çalışkanlığı şaşırtıcıdır da. Yazdıklarının, yıllar sonra başka topraklarda mahkemeye düşüp “edebi eser” sayılmaması ise o topraklarda tüm olanlar iyi ölçüp biçildiğinde hiç üzücü değildir. Hatta yol göstermesi açısından ilersi için;
1. Kafka’nın yazdıkları edebi eser değildir; çünkü anlatımı bunaltıcı, iç karartıcı, okuyanı intihara sürükleyici niteliktedir.
2. Dostoyevski’nin yazdıkları belki edebi eserdir, ama kendisi kumar oynayarak kendisini takip edenlere kötü örnek teşkil ettiğinden okunmamalıdır.
3. Nietzsche’nin yazdıkları hiçbir şey değildir; çünkü ‘tanrı öldü’ diyerek insanların dini duygularıyla oynamıştır. Zaten deli olduğu sonradan anlaşıldı.
4. Kısaca kutsal kitaplar varken diğer kitapları okumak zaman kaybıdır.
Toparlarsak, “sırtından sopa, başından beat eksik olmasın” diyebileceğimiz komedyenlerin sahneledikleri trajedi şekilde görülen devletlerde kapalı gişe oynarken yayıncıların, okurların, akademisyenlerin işi zor.
Çok mutluyum, bu hızla üç beş yıla kalmaz topluca Ortaçağ’a gireriz.
artık bundan sonra takip edeceğim birisi var, hemde yazılarını ciddiyetle okuyabileceğim...Aynı atmosferi soluyan aynı tohumun filizleri olan biz insanoğlu nasılda farklı topraklarda farklı rejimlerin gölgesinde birbirimize bu kadar benzerken birbirimizden bu kadarda ayrı renklerde ve maalesef kuru ve cılız yapraklar verebiliyoruz bazen..bunu gördüm yazınızla sayın eleştirmen..
Yeni yorum gönder