Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bütün iç savaşların romanı



Toplam oy: 1571
Akif Kurtuluş
İletişim Yayınları
Mihman'da her karakter; tek bir kere söz alabilen bile, kendi dili, argosu, deyişleri, hassasiyetleri, vurguları ile bir anda romanın içinden dimdik doğrulup karşınıza dikiliveriyor.

Bu romanı bir başkası yazabilir miydi? Sorunun yanıtı hayır ise sözcüğün gerçek anlamıyla bir edebiyat eseri ile karşı karşıyayızdır. Elbette bazen yanıtın şöyle olduğu da olur: "Hayır, kimse bu kadar kötü bir şey yazamaz!" Yanıtın evet olduğu durumlarda bir roman hakkında yazmak çok zor değildir. Edebiyat kisvesi altında en fazla rastlanan olgu olan berbat romanlarda da işiniz kolaydır. Ama bitirip masanın üzerine koyduğunuz roman peşinizi bırakmıyor, sizi aklınızda kalan sorularla durmadan kendisine çekip duruyorsa, yani aslında günler geçtiği halde romanı gerçekte bitiremiyorsanız, bitiremediğiniz bir roman hakkında ne yazabilirsiniz?

 

 

Şair Akif Kurtuluş'un ilk romanı Mihman'ı okudum, "bitirdim". Bazı romanlara tek bir okuma yetmez, bilirsiniz. Olay akışının heyecanı, kurgunun karışıklığı gibi nedenlerle bazı detayları kaçırmış olabileceğinizi düşünür, yeniden dönersiniz. Ben de bitirdiğimi zannetmişim, bitmiyor. Belki de romanın eksenini oluşturan Kürt sorunu (dileyen Türk sorunu olarak da okuyabilir) çözülmeden bu roman bitmez. Barış gelse, bu kez belki de bitimi ölümümüzle olacak olan kendi iç savaşımızın bitimini bekleriz. Bu roman bütün iç savaşların romanı.

 

 

 

 

 

                    (Görsel çalışma: Kaan Bağcı)

 

 

 

 

Kurtuluş öyle bir roman çıkarmış ki ortaya, elim varmıyor romanın konusu hakkında cümleler kurmaya. Hani aşık olduğunuzda, sevilen için tüm sözcüklerin kifayetsiz geldiği bir dönem vardır ya, ne deseniz, duygularınızı ifade etmekte yetersiz kalırsınız, işte buna benzer bir hâl. Ankara'da yaşayan orta yaşı geçmiş, sorunlu ilişkiler yumağında bir avukat diye başlasam, Türkiye'de 30 yıldır yaşanan savaş hali desem, PKK desem. Ne desem kuru ve yavan kaçacak. Kurtuluş yapıyı öyle bir kurmuş ki metne dışarıdan yapılacak her tanıtım müdahalesinin okurun okuma sürecini zedelemesi, keyfini kaçırması riski var. O yüzden biçimsel açıdan yaklaşalım.

 

 

 

Düzyazı takımında forma giyen bir şair

 

 

 

 

268 sayfalık roman 85 bölümden oluşuyor, yani her bölüm ortalama 3 sayfa. Söz alan karakter sayısı 15. Bu 15 karakterin anlatımlarından, iç seslerinden oluşuyor roman. En çok söz olan 3 karakter, Avukat (24 bölüm), Müdür (16) ve Nalan (13). Şiir ve roman edebiyatın biraz zıt kutuplarıdır; bu yüzden de birisinde iyi olanın diğer türde iyi bir eser ürettiğine pek tanık olamayız. Ancak Akif Kurtuluş uzun zamandır düz yazı takımında da forma giyiyor. Hazırlıklı ve antremanlı. Nitekim o çok ender rastlanabilecek başarıyı yakalamış, eğer şiir'in malzemesi sözcükler ve romanınki cümleler dersek, tek bir gereksiz cümlesi olmayan bir roman yazmış. Romanın bir tür olarak yazarlarından gördüğü en büyük işkencelerden birisi gereksiz gevezeliktir. Başyapıt denen romanlarda bile, konu ya da kurgu ile ilgisi olmayan gevezelikler bulabilirsiniz. Çok satan yerli romanlarımızda ise bu gereksiz gevezelikler adeta romanın ana yapısını oluştururlar. İnsan okurken şunu düşünmeden edemez: "Bir insan bunları yazmaktan nasıl olur da sıkılmaz?" Mihman, gerçek bir sanat eseri olarak ne ekleyecek ne de çıkaracak hiç bir parçası olmayan bir metin olarak çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla bir çok satar olmayacağı kesin, çoğunluk okur için okunamayacak derecede ağır gelecektir. Maalesef. Mihman'ın bir yıl içinde 100.000 satabildiği bir Türkiye'de, onurlu bir barış gerçekleşme ihtimali çok yüksek olurdu.

 

 

 

 

 

 

 

Romana başlar başlamaz aklıma Faulkner'in Döşeğimde Ölürken'i geldi. Yapı aynı. Farklı karakterlerin iç monologları. Bu türden romanlarda, mesela bence Faulkner'in de (İngilizce okumadım, Türkçe çevirileri üzerinden yapıyorum bu değerlendirmeyi) başaramadığı bir konu vardır: her karakterin kendisine uygun bir dili, söylemi tutturmak. Bakarsınız hizmetçi, toprak sahibi, köle, esnaf, öğrenci, hepsi aynı dille konuşup, benzer şekillerde düşünürler. Bakış açıları değerlendirmeleri farklıdır ama dilleriyle farklılaşamazlar. Karakterler arası diyalogların olduğu metinlerden söz etmiyorum, o hâliyle kolaydır. Bu farklılaşma başarılamadığında da karakterin inşası yarım kalır, yemeğin tuzu eksiktir. Mihman'da her karakter; tek bir kere söz alabilen bile, kendi dili, argosu, deyişleri, hassasiyetleri, vurguları ile bir anda romanın içinden dimdik doğrulup karşınıza dikiliveriyor. Avukat ve Müdür çok başarılı bir biçimde resmedilmelerine rağmen, sonuçta Avukat Akif Kurtuluş'a yakın tipler oldukları için anlayabiliyoruz ama Nezir tiplemesi gerçekten alkışı hakediyor. Sadece beş bölümde kendisini dinlememize rağmen, herkesin rolünü çalıyor diyebiliriz. Roman kişilerinin ağzından çıkan hiç bir söz bizi yabancılaştırmıyor; "bir kadın, bir adam böyle mi konuşur, ne alâka, yazar anlattığı tiple hayatında herhalde hiç karşılaşmamış" türünden tepki verdiğimiz tek bir satır okumuyoruz.

 

 

 

 

Yazarın hiç ortada gözükmediği bu yapıda, tiplemeler de son derece başarılı olunca konu olabildiğince nesnel olarak işlenmiş oluyor. Roman kişilerine eleştirileriniz olabilir, zaten romanın başarılı olduğunun göstergesi de budur: Eğer roman kişisi karşınızda eleştirilebilir, kafanızın içinde karşılıklı olarak konuştuğunuz bir canlı gibi ortaya çıkmış ise yazar işini iyi yapmış demektir.

 

 

 

 

Mihman, karakterlere alışıp kimin kim olduğunu çözdükten sonra (ilk 50 sayfa) kolayca okunabilir bir metin olarak gözüküyor. Kurtuluş metni yazarken iyi bir polisiye de olduğu gibi (ama romana tür olarak polisiye diyemeyiz) ip uçlarını çaktırmadan ve çok başarılı bir biçimde serpiştirerek ilerliyor. İlk okumada belki çok zeki ve deneyimli polisiye okurları dışında bunların hepsini yakalayabilecek okur sayısı az olacaktır, işiniz gerçekten zor. Metinde gerçek bir ilişkiler yumağı var, nitekim bu yumak çözülmeye başlarken ana karakterlerden ikisi de isimleriyle arz-ı endam etmeye başlarlar. Tesadüfler ve rastlantılar kimi romanlardaki gibi aklın ve kurgunun sınırlarını zorlayacak türden değil.

 

 

 

Mihman'ın Türkçesi ise tam bir şaire yakışacak türden. Uzun bir şiir gibi de okuyabilirsiniz; kitaba başlamadan önce ise Turgut Uyar'ın Yokuş Yol şiirini okumayı da unutmayınız. Mihman, sadece Türkiye'de değil, 2012'de dünyada yayınlanan en iyi romanlardan birisi.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.