The Great Financial Crisis Causes and Consequences
John Bellamy Foster & Fred Magdoff, Monthly Review Press, 2009, 160 sf.
Bazı olaylar vardır, göstere göstere gelirler ama yine de şaşkınlık yaratırlar. Tabi şöyle de diyebilirsiniz, egemen zeitgeist olayın göstere göstere geldiğinin, olay ortaya çıktıktan sonra ayırdına varır. Büyük Mali Kriz 2008’de patlak verdiğinde, medyanın mümtaz ekonomistleri önce şaşırdılar sonra da zaten kaçınılmaz olduğu açıklandı. 2010 yılının ortasına yaklaşıyoruz, herkes krizi artık anladığını iddia ediyor. Ancak, hala, göster göstere gelmiş olan sürecin “suçlusu” ortada yok, (ama suçlu arayışı tüm hızıyla sürüyor) bir kez daha tekrarlanmasını engelleyecek öneriler bütünü, bir model ortada yok. Olacak gibi de değil. J.M. Keynes’in 1930’larda, bir önceki krizin en hızlı döneminde yazdığı bir yorumda vurguladığı gibi¹, ne yazık ki krizi yönetmeye çalışanlar krizi yaratan koşulların egemen olduğu dönemin ürünü ekonomistler ve siyasetçiler. Krizle birlikte durum değişti ama, bu insanlar değişemiyorlar. Bu, yaklaşık üç yıl sonra yayımlanacak olan The General Theory of Employment Interest and Money yapıtı üzerinde çalışmakta olan ve egemen yaklaşımın aksine “piyasaların” düzenlenmesi gerektiğini savunmaya hazırlanan Keynes için o zaman büyük bir sorundu.
Bunlar ana akım ekonomistlerinin trajedisi. Foster ve Magdoff bu kesime ait değiller. Bu yüzden The Great Financial Crisis kitabındaki bölümleri okuyanlar, yazarların daha 2006 yılında beklemeye durduklarını, 2008’de kriz patlak verdiğinde hiç şaşırmadıklarını görecekler. Dahası yazarların krizi ortaya çıkaran süreci, hemen hemen tüm boyutlarıyla, derin bir tarihsel geleneğe de dayanarak- biz ancak büyük insanların omuzlarına basarak yükselebililiriz – açıklayabiliyor, nedenlerini ve sonuçlarını çok berrak bir biçimde, ekonomi öğrenimi görmemiş insanların kolaylıkla anlayabileceği bir biçimde ortaya koyabiliyorlar.
Foster ve Magdoff’un kitabındaki, krizin nereden ve nasıl patlayacağını gösteren ilk bölümün yayımlanma tarihi Aralık 2006. Bu kadar önceden bu kadar sağlıklı bir yaklaşım sergileyebilmelerinin akasında öncelikle Karl Marx’ın kapitalizme yönelttiği eleştirilerin (Kapital, Artı Değer Teorileri, Grundrisse vb.) oluşturduğu geleneğin ve 20. yüzyılda kapitalizmin tekelci aşamasının anlaşılmasına büyük katkıları olan Paul Sweezy ve Harry Magdof’un yine bu geleneğe ait, 1970’lerde yayımlanmış çalışmaları var.
Krizde patlayan mali köpüğün tarihini, oluşma sürecini, oluşturan dinamikleri, doyurucu bir veri tabanı üzerinden sergiledikten sonra, sürecin içindeki özneleri, yararlananları ve zarar görenleri de tanımamıza, bundan sonra karşımıza konacak “çözümleri” seçerken kendi çıkarlarımızı korumamıza yardımcı olacak bir metin var karşımızda.
Krizin dinamiklerinin anlaşılmasına yardımcı olmak için sundukları en çarpıcı verilerden birini, imalat sanayi karlarıyla Finansal sektör karları arasındaki ilişkiyi sergileyen grafik oluşturuyor (sf 55). Bu grafik hem bu krizin kimin üzerinden patlak verdiğini hem de esas nedenini ortaya koyuyor. Grafikte 1970’lerin ortasından başlamak üzere imalat sanayi karlarını sürekli gerilerken, finansal sermayenin karlarının sürekli yükseldiğini görüyoruz. Kar oranları düşerken, diger bir değişle ünlü kriz eğilimi kendini dayatmaya başlarken, sermayenin üretim alanını terk ederek dolaşım alanına geçmeye başladığını; diğer bir değişle artı değeri üretmek yerine, üretilmiş olandan pay kapma savaşına yöneldiğini görüyoruz.
Bu gözlemin üzerine hemen, kredi köpüğünün spekülatif hareketlerin büyüme sürecini koyarak krizi açıklamaya başlayabiliriz. Sanayi karları gerilerken yavaşlamaya başlayan birikimin, artmaya başlayan atıl kapasitenin getirdiği yükü, Merkez Bankalarının ucuzlattığı kredilerle kaldırmaya çalışan bir süreç bu. Böylece krediler tüketimi şişiriyor, tüketim humması da kredi talebini körüklüyor. Bu sırada mali sermayenin, daralmakta olan pastanın üzerinde kızışan bölüşüm savaşı içinde türlü egzotik yatırım araçları icat ettiğini, gidrek 50 trilyon dolarlık dünya ekonomisi üzerinde, adeta tepetaklak duran bir piramide benzeyen 850 trilyon dolarlık türev piyasasını bina ettiğini görüyoruz.
Krizin arkasındaki bu dinamiği bir kez anladık mı, sorunun birkaç çılgın ve aç gözlü bankacıdan (varlıklarını asla yadsımadan) kaynaklanmadığını kolaylıkla görebiliriz. O zaman da bize bu bağlamda kimi önerilerle gelen, kredi köpüğü temizlenmeden ekonomik büyüme arttı diye bizi sevindirmeye çalışan politikacılara bakarak “bunlar bunu diyorlar ama aslında ne diyorlar? Amaçları ne?” diyerek sorgulamaya başlayabiliriz. Krizin esas olarak yaşadığız toplumsal üretim tarzının bir varoluş biçimi olduğunun bilincinde olarak... Foster ve Magdoff’un kitabı bu bilinci oluşturan bilgilerimize önemli katkılar yapacak olan bir çalışma. Kolay anlaşılır olmasıysa bence en önemli özelliği.
¹ John Maynard Keynes, “World’s Economic Outlook”, The Atlantic Monthly Mayıs 1932
Aşağıda, bazı ülkeler için toplam (kamu+özel) dış borcun Gayrısafi Milli Hasılaya oranı istatistikleri yer alıyor:
ABD - %95
İngiltere - %365
Almanya - %185
Fransa - %237
İspanya - %150
İrlanda - %961
(http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_external_debt)
Bu kriz, sürdürülebilirliği kuşkulu bir başka gerçeği daha açığa çıkartıyor. Batıda varolan tüketim de artık borçla döndürülüyor.
Süleyman Demirel'in hep gülümseyerek hatırlanan ünlü "borç yiğidin kamçısıdır!" şeklindeki özlü sözüne rağmen borçlu imparatorluk olamayacağını tarih kaydediyor.
Dünyada yeni bir Bretton Woods düzenlemesinin gerekliliği giderek daha sık dile getirilmeye başlanıyor ama bunun için fazla veren bir ekonomik güç gerekli. Bu düzenlemeyi borçlu tarafın yapması ve dayatması zor.
Aynı istatistikler Doğu için ne diyor, bir de ona bakalım:
Çin - %5
Hindistan - %18
Sanıyorum burada ciddi bir açmaz var.
Yeni yorum gönder