“Eğer ben ölürsem ne diyecekler ardımdan/ Birisi ölmüş, herifin biri/ hayatı seven ve iyi eğlenen/ Aman aman/ Eğer ben ölürsem tekne üstünde, atın beni denize/ kara balıklar ve tuzlu su beni tüketsin diye aman.”
Bu bir Rebet şarkısının sözleri. Diktatörlük karşısında müzikte temsil bulan bir direnişin, özgürlüğün şarkılarından birinin...
Diktatör Metaksas’ın 1930’lu yıllardaki korkunç gölgesinde, taşların arasından yeşilliklerin fışkırdığı sıcak Atina sokaklarında o yeşillikler gibi baş veren bir grup, topluluk ya da akım Rebet’ler. İşleri güçleri esrar ya da içki içmek, külhanbeylik taslamak... Kısacası aylaklık ediyor Rebet’ler ama bir de illa ki buzuki çalmak, şarkı söylemek, yani müzik yapmak dertleri. Kökenlerinde göçmenlik var. Ya Anadolu’dan gelen Türkler ya da Yunanistan’ın küçük adalarından şehre gelen göçmenler onlar. İyi müzikle birlikte, güneşin altında şapkayı devirip uykuya dalarak geçirebilirler günlerini ömürlerinin sonuna dek. Ancak Rebet’lerin bu aheste hayallerinin peşinde koca bir diktatörlük var. Onlar düzeni eleştirdikçe peşlerinden koşmanın bir yolunu buluyor o korkunç düzen. İşte Rebetiko olarak bilinen müziği yapan Rebet’lerin yaşadıkları, Rebetiko: Ayrık Otu adlı çizgi romanda hayat buldu. David Prudhomme’un yazıp çizdiği Rebetiko, Fransız çizgi roman ekolünün özenli örneklerinden biri.
Aylak olma bedeli
Prudhomme, çizgi romanın önsözünde, “Yunan olmadığım gibi müzisyen de sayılmam, bir süredir tüttürmüyorum da. Ama Rebetiko denen bu müziği keşfettiğimden beri, bu müziğin evreni ve onu besleyen özgürlükçü ruh beni sarmaladı,” diyor. Çizgi romanda da bu ruh açıkça hissediliyor. Halkın sahiplendiği, onların sesi olan müzikleriyle o ruhu taşıyan bu müzisyenler, tam tekmil jestleri, kıyafetleri, göbekleri ve sakallarıyla incelikli olarak yansıtılmış. Özellikle dans sahnelerinde, figürlerin kıvraklığı çizimlere o kadar zarifçe yansımış ki kendinizi Atina’daki küçük bir lokantada buzuki çalıp dans edenleri izliyormuş gibi hissediyorsunuz.
Çizgi romanın Rebetiko ruhunun ticarileşmesine de bir çift sözü var. Hikaye, Rebet’lerin diktatörlüğe karşı direnişini anlatmakla birlikte, zamana ve turizme yenilişiyle sonlanıyor. Bu görsel olarak son derece özgün kitapta aksayan en önemli yan ise, diyalogların gerçeklikten uzaklığı. Hemen her karakter sanki sahneye fırlayıp kendini tanıtır ya da olayı bize açıklar gibi cümleler kuruyor. Bu da hikayeyi biraz tarih dersine yaklaştırıyor.
Son olarak, çizgi romanda en hızla geçilmiş kısma gelelim. Kahramanlarımızın tümü (diktatörümüz, komiserimiz, kahvecimiz, herkes...) erkek. Güzel kadınlar çizgi roman boyunca yalnızca, oryantalist ressamların hamam sahnelerini hatırlatan görsel göndermeler olarak yer bulabiliyorlar kendilerine. Ya şarkı söylüyor, ya sevişiyor, ya erkeklerin boş vermişliğine kızıyor ya da içli içli sigara içiyorlar. Ama kadınlar Rebet’lere ne kadar yakın olsalar da, hatta onlar kadar müzik yapsalar da aylak olamıyor, aylak olma bedelini ödeyecek fırsatı bir türlü bulamıyorlar. Kadınlara, güzel de olsalar, direnme hakkı iki katı daha zor tanınıyor.
Yeni yorum gönder