Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Caddebostan'ın Jessica Fletcher'ı



Toplam oy: 790
Esra Türkekul
Mylos Kitap
Cadıbostanı Cinayeti, kendi içinde ritmini koruyan ve polisiye heyecanı muhafaza eden nükteli ama bir o kadar da etkili bir dile sahip.

Cadıbostanı Cinayeti, Esra Türkekul’un Kapalıçarşı Cinayeti adlı ilk polisiye kitabından sonra kaleme aldığı yeni polisiye romanı. Her iki metnin kurgusu birbirinden bağımsız olduğu için sıra gözetmeksizin okunabilecek bir seri bu. Türkekul’un kurguladığı Berna Tekdemir karakteri, iki metnin de başkahramanı. Ve o, polisiye/gizem literatürünün beraberinde getirdiği pek çok mitleşmiş kalıplara sahip olarak, okura kendisini daha çok yaklaştırıyor, tanıdık kılıyor. 

 

Berna Tekdemir, on dört yıllık evliliğini sona erdirdikten sonra annesi ve teyzesi ile birlikte yaşamayı seçmiş bir kadın karakter. Hem turist rehberliği hem de çevirmenlik yaparak hayatını kazanıyor. Düzenli bir ilişkisi, bir aşkı yok. Bununla birlikte ilk kitaba göndermeleri bulunan bir cinayet davasının aydınlatılmasında rol oynadığını öğreniyoruz. Berna Tekdemir, her iki metnin kurgusunu göz önünde bulundurduğumuzda aslında bir dedektif değil. Yani ne bu işin akademik eğitimiyle ne de pratiğiyle herhangi bir ilgisi yok. Ancak olayların gelişimi Berna’yı bir biçimde davalara müdahil bırakıyor. Öte yandan davaları yakından takip edebilmesini sağlayan iki önemli hasleti var Tekdemir’in. Hem davalarda delil teşkil edebilecek “şey”lerin izini sürüyor hem de bu deliller ışığında cinayet hikayelerine akıl yürütebiliyor. Fakat daha da önemlisi, tüm dedektif arketiplerinin sahip olduğu iç sıkıntısı/heyecan arayışı Berna Tekdemir’de de fazlasıyla mevcut. Şüphesiz her polis/dedektifin cinayet sürecini çözmede kendi meşrebince geliştirdiği bir usul, bir teknik var. Berna Tekdemir profesyonel bir dedektif değil ve o bu yönüyle 1984 yapımı Murder, She Wrote (Cinayet Dosyası) adlı televiyon dizisinin özel yeteneklere sahip Bayan Jessica Fletcher’ı aslında. Jessica Fletcher da eşini kaybetmenin verdiği acıyla başa çıkabilmek için polisiye romanlar yazıyor ve bir süre sonra cinayet davalarını çözmeye başlıyor. Berna Tekdemir ise kocasından boşandıktan sonra annesinin yanına saklanır. Hayatı erteler, askıya alır bir bakıma. Bu anlamda bir tedavi süreci gibi gözüken dönem, kadın karakterleri erkek alanına çeker ve belki birçok yönüyle sezgisel bir hikaye çözücü/yazıcı rolünü dişi bir alana transfer etme imkanı tanır. 

 


Berna Tekdemir profesyonel bir dedektif değil ve o bu yönüyle 1984 yapımı Murder, She Wrote adlı televiyon dizisinin özel yeteneklere sahip Bayan Jessica Fletcher’ı aslında. 

 

 

 

Cadıbostanı Cinayeti adının da hissettirdiği üzere, İstanbul’un eski semtlerinden Caddebostan’da gerçekleşir. Bir gün sahil kenarında kafası kırılmış ve yüzü dağılmış halde bir ceset bulunur. Hem semtin bir sakini olarak hem de daha önce müdahil olduğu davanın yaşattığı güçlü duyguyla Berna, bu cinayetin aydınlatılması sürecini kendisine vazife edinir. 

 

Metnin ilk bölümü Berna’nın, annesinin ve teyzesinin kim olduğuna, olabileceğine dair zengin ayrıntılarla gelişirken, ikinci bölüm sahilde bulunan bu ceset ile giderek derinleşen bir cinayet hikayesine ve esrar çözme sürecine evrilir. Metnin bu bölümünde karakterler çoğunlukla erkektir. Avukatlar, polisler, cinayet bürosu, başkomiser ve komiser yardımcıları ile Berna Tekdemir, hem çok erkek bir dünyanın kriminal şifrelerini çözmeye hem de sınırları çizilmiş bir suç dünyasının içinde var olmaya gayret gösterir. Bu anlamda Türkçe polisiye yazınında bir kadın karakter olarak Berna Tekdemir önemli bir figür. Bununla birlikte, cinayet süreci ile birlikte kendisini değiştirme/dönüştürme çabası da var Tekdemir’in. Kendisiyle hesaplaştığı bir anlamda da helalleştiği bir süreç bu. Cinayet davasına müdahil olduğu kadar kendisini de döküyor, açıyor Berna Tekdemir. Bu durumda okurun onun ruhsal röntgenini çektiğini söylemek de mümkün. Karakter yaratımındaki bu tutum, anlatım olanakları açısından metne bir katkı sağlabileceği gibi bir kırılma noktası da yaratabilir pekâlâ. Berna Tekdemir kısmen de olsa bu tuzağa düşüyor. Kendi çelişkilerini, iç sıkıntısını, ruhuyla, bedeniyle olan savaşını çok anlatıyor. Böylelikle okurun fantezi dünyasında onu/Tekdemir’i çözebilme/tanımlayabilme yetisini kısıtlıyor. Ancak diğer yandan, okur onun zaaflarını, endişe ve korkularını tanıyıp/duyumsayıp Berna’yı Berna yapan şeyleri içselleştirebiliyor.

 

Cadıbostanı Cinayeti, kendi içinde ritmini koruyan ve polisiye heyecanı muhafaza eden nükteli ama bir o kadar da etkili bir dile sahip. Öte yandan gündelik hakikatlere de göndermeler yapan metin, gündelik siyaseti polisiye atmosfere yedirmeyi tercih etmiyor, bunun yerine ufak dokunuşlar yapıyor. Ancak bu dokunuşlar gündelik siyasete dair bir veriye, bir fikre, bir söyleme dönüşemiyor.

 

Esra Türkekul, polisiye roman literatürüne esrar çözme süreciyle birlikte kendisini de tedavi eden, dönüştüren bir kadın dedektif adayı kazandırıyor. Polisiye dizi/sinema dünyasının ve dünya polisiye edebiyatının kalıplaştırdığı bazı alışkanlıklar Berna’da da mevcut. Depresif, alaycı bir mizaç, alkol/hap bağımlılığı, kaybedilen eş motifi, aşk yoksunluğu ve benzeri tekrarlanmış durumlar olsa dahi, Berna bu yönleriyle çok tanıdık, çok bildik bir şema çiziyor okura.

 

 

 


 

 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.