Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cadının bavulu



Toplam oy: 1791
Özlem Kumrular
Yitik Ülke Yayınları
Sıcak yaz günlerinde plajda, deniz kıyısında bir kafede ya da balkonunuzda keyifli ve hafif saatler vadeden bir kitap Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır.

Dünyadaki kurbağa nüfusunun yüzde 80’inin dişi olduğunu biliyor muydunuz? Ya bugüne dek prens olması umuduyla öptüğümüz kurbağaların yüzde 100’ünün de yüzde 100 kurbağa olduğunu? Bu durum prens olması umuduyla öptüğümüz onca kurbağanın yanına kâr kaldığı gibi hiçbirimizin prenses olmadığını da gün yüzüne çıkarıyor sevgili kadınlar; cümlemize geçmiş olsun.

 

Ömrünce prens beklememiş, beğendiği kurbağaları öpmekten geri durmamış, çocuk yaşında akraba çocuklarını itina ile taşlamış Özlem Kumrular’ın neşeli, renkli ve eksantrik blog yazılarından derlenen Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıktı ve raflardaki yerini aldı. Okurlarıyla kurduğu yakın ilişkiyle, sosyal medyadaki içten tavrıyla ve hediye ettiği ağaç tohumlarıyla tanınan Yitik Ülke Yayınları adına bu kitabın kapağını hazırlayan Melek Koç, tasarımda yazar Özlem Kumrular’ı elinde bavuluyla resmetmiş ki bu bavul bana sorarsanız yazarın karakterine ilişkin önemli bir sembol. Zira aynı zamanda akademisyen olan Kumrular pek öyle evde oturup kurbağadan prense, bir müddet sonra da yurdum erkeğine dönüşen kocasına yemekler yapıp elinde bir toz beziyle ortalarda dolanacak bir kadın değil. Aksine kendisinin bavulunda ikamet eden bir kimse olduğunu bile söyleyebiliriz. Öyle ki zaman zaman evine ödediği kirayı gereksiz buluyor, kim bilir, belki komşuları onun bavul ticaretiyle uğraştığından şüphe ediyor. Yazarın renkli kişiliği kitabında yer verdiği anılarına da yansıyor elbette, yazıların tümüne eğlenceli ve samimi bir üslup hakim. Öyle ki kimi zaman bir arkadaşınızın yeni döndüğü İtalya tatiline ilişkin anılarını dinlediğiniz hissine kapılabilirsiniz.

 

Blog okuru ile kitap okurunun farklılaşan beklentileri

 

Ancak kitabın yazarın blog yazılarından derlenmiş olmasının zaman zaman bir handikapa dönüştüğünü de yadsımamak gerek. Bilindiği üzere birçoklarımız için bloglarımız arada bir uğradığımız, ancak çoğu zaman geri dönüp onları şenlendirmemizi bekleyen yazlık evler gibidir. Bu durum iki blog yazısı arasındaki zaman aralığının kimi zaman ayları bulmasına sebep olabilir, bu durum tarihte atlamalar doğurabilir. Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır’da da Özlem Kumrular’ın blogunda yayınlanan yazılarına yayınlanma tarihlerine göre geçmişten günümüze doğru bir sıralamayla yer verilmiş. Bu durum kimi zaman iki yazı arasında zaman atlamasına ve okurun yazıların akışını takip etmekte zorlanmasına sebep olabiliyor. Çılgın bir yılbaşı kutlamasının ardından gelen bir Akdeniz tatili ya da yazarın çocukluğuna dair bir anısını çok daha güncel bir anının takip etmesi okurda konsantrasyon problemi yaratıyor, devamlılık duygusunu sarsıyor. Bu durumun temel nedeni blog yazıları bir kitaba dönüştürülürken salt bir sıralama ve düzeltiye gidilmesi, bunun dışında yazıların herhangi bir çalışmaya tabi tutulmaması olabilir. Kitabın künyesinde bir düzelti ekibine yer verilmiş ancak bir editör ismi bulunmuyor. Şunu belirtmek gerekir ki sanal ortamda verilerin dijitalliği ve veri akışının yüksek hızı içerisinde görmezden gelinebilecek yazım yanlışları ya da düşük cümleler, yazılar bir kitaba dönüştüğü anda göze çarpıyor ve rahatsızlık veriyor. Bunun sebebi de blog okurluğu ile kitap okurluğunun farklı dikkat düzeyleri ve beklentiler içermesi olsa gerek.

 

Sözün özü şu sıcak yaz günlerinde plajda, deniz kıyısında bir kafede ya da evinizin balkonunda keyifli ve hafif saatler vadeden bir kitap Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır. Siz de Özlem Kumrular’ın neşeli ve hareketli hayatında bir tur atmak isterseniz bu kitabı çekinmeden okuma listenize dahil edebilirsiniz. Yazarın bu kitaptan elde edeceği telif gelirlerini Soma’da yakınlarını yitiren çocuklara bağışlamış olması da cabası…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.