İnsanın hayatı boyunca yaşadığı hastalıkları, fiziksel, psikolojik ve felsefi hastalıklar olmak üzere üçe ayırmak mümkün mü? Fizyolojik ve psikolojik hastalıklara dair epey uzun bir liste verebileceğimizi sanıyorum. Peki ya felsefi hastalıklar listesine neler dahil olabilir? Ve bunların tedavisi/ çözümü var mıdır? Örneğin can sıkıntısının? Can sıkıntısından ölünür mü? Ya da canı çok sıkılan bir insanın ömrü ne kadardır? Peki ya can sıkıntısının tarihi var mıdır?
Basite indirgediğimiz, üzerine çok da kafa yormadığımız bir duygu, can sıkıntısı. İçindeyken, dışarıdan bakmakta zorlandığımız ve çoğu zaman melankoli, depresyon, uyku hali, bıkkınlık, yalnızlıkla bağdaştırdığımız bir durum. İnsanlık tarihine dikkatle baktığımızda her şeyin biraz da can sıkıntısıyla başlamış olabileceğini görebiliriz oysa. İlk akla gelen Adem’le Havva’nın yasaklanmasına rağmen elmayı yemeleri ve cennetten kovulmaları... Bu olay, birçok sebebin yanı sıra, bir can sıkıntısının sonucunda da gerçekleşmiş olabilir pekala. Hatta savaşlar, göçler, fetihler, icatlar, keşifler... Bunların hepsinin aynı zamanda birer can sıkıntısı ürünü olabileceğini söylersem haddimi aşmış olmam umarım. Daha bireysele indirgeyecek olursak sanatsal yaratılar, çocuk doğurmak, köpek beslemek, hobi edinmek, evlenmek de can sıkıntısıyla baş etmek adına üretilmiş girişimler başlığı altında değerlendirilebilir mi? Hatta benim şu an bu yazıyı yazmam, senin de bunu okuman sevgili okuyucu bambaşka nedenlerin yanı sıra, biraz da can sıkıntısından olabilir mi?
Peter Tooley de işte böyle sorulara yanıt arayarak, Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi adlı kitap yazmış. Kitabın orijinal adı, kitabın içeriğine daha uygun aslında: Can Sıkıntısının Canlı Tarihi. Kitapta eğlenceli bir tarihten değil, gayet soluk alıp veren, canlı ve ciddi bir tarihten bahsediliyor çünkü. Yani kitabın çeviri adına aldanıp, komik ve eğlenceli bir içerik beklentisine giriyorsanız, şimdiden uyarayım ki hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.
Tooley, hayatının çoğunu Avustralya’nın geniş düzlüklerinde geçirmiş bir akademisyen. Daha sonra Calgary’e taşınıyor. Aynı zamanda Calgary Üniversitesi’nde Yunan ve Roma Çalışmaları Bölümü’nde profesörlük yapıyor. Kitapta can sıkıntısını, iki şekliyle ele alıyor Tooley. Birincisi kaçınılması çok zor olan, önceden kestirilebilir durumların sonucunda ortaya çıkan basit can sıkıntısı. Uzun nutuklar, uzun kilise ayinleri, sürekli aynı işi yapmak gibi... Tooley’e göre: “Bu tip bir can sıkıntısı, süresinin uzunluğuyla, öngörülebilir olmasıyla, kaçıp kurtulunamaz oluşuyla ve kişiyi esir alışıyla tanımlanabilir. Ve insan böyle hissettiğinde, zaman sanki yavaşlar, öylesine yavaşlar ki kendini olan bitenin dışındaymış gibi hisseder.”
İkincisi tür can sıkıntısı ise varoluşsal can sıkıntısı. Yine yazara göre; “can sıkıntısının bu şeklinin kişinin varlığına bile sirayet ettiği ve hatta felsefi bir hastalık olarak düşünülebileceği söylenir. Tanımlaması kolay bir şey değil. Bu tür can sıkıntısının karmaşıklığı iyi bilinen birçok durumu kapsayabilir. Bu durumlar çağrışım olarak melankoli, umutsuzluk, hayattan usanmışlık, keder gibi isimler alır. Bu ikinci tür can sıkıntısı ciddi bir mürekkep tüketimine yol açmışsa da, can sıkıntısının ilk şekli ‘önemsiz’ olduğu için görmezden gelinmiştir.”
Kitabın içerisinde, can sıkıntısının kol gezdiği birçok edebi karaktere ve görsel imgeye atıfta bulunulması kitabı çekici kılan öğelerin başında geliyor. Örneğin Anton Çehov’un Vanya Dayı isimli kitabında, “Sıkıntıdan ölüyorum, ne yapacağımı bilmiyorum” diyen Yelena, İvan Gonçarov’un Oblomov adlı eserinde ölümcül derecede sıkılan ana karakter İlya Oblomov, Flaubert’in romanı Madam Bovary’deki Emma, Orhan Pamuk’un otobiyografik eseri İstanbul ve Jean Paul Sartre’nin Bulantı’sındaki Roquentin hemen kendini belli eden karakterler arasında.
Nasıl baş ederiz?
Ayrıca kitapta Glasgow’da yaşayan, 27 yaşındaki drama öğretmeni Joy Stone’un öğrencilerine neler öğrettiğine dair kısa bir listeye de yer veriliyor:
“İş sorun değil. Ben bir okulda çalışıyorum. Çocuklara ders veriyorum. Onlara şunu öğretiyorum:
1- Rutin
2- Ağızlarını ne zaman kapalı tutacakları
3- Can sıkıntısıyla nasıl baş edecekleri...”
Stone’a göre can sıkıntısı, hayattaki en basit ve kaçınılmaz şeylerden biridir ve bununla başedilmesi gerekir. Çocuklar da daha küçükken bu yeteneklerini geliştirmek zorundadırlar. Joy, çocuklara can sıkıntısıyla nasıl başedileceğinin öğretilmesi gerektiğini savunur. Çünkü ona göre can sıkıntısıyla başa çıkabilmek, hayata tutunabilmeyi öğrenme sürecinin bir parçasıdır.
Tooley’e göre, masa veya koltuk kolçağı gibi düz yüzeylere dayanmış dirsekler, ağırlaşmış başları destekleyen kollar ve eller can sıkıntısının en sık rastlanan görsel simgeleridir. Bu savını desteklemek için kitabında ressam Lo Spagna’nın “Istırap Bahçesi”, Frederic Leighton’un “Yalnızlık”, Albrecht Dürer’in “Melankoli-I” gibi bazı eserlerine de yer veriliyor.
Sıkıntıya ne kadar yatkın olduğunuzu ölçmeniz adına, Oregan Üniversitesi’nden emekli bir psikolog olan Norman D. Sundberg tarafından tasarlanmış bir “Can Sıkıntısına Yatkınlık Ölçeği” de (BPS-Boredom Proneness Scale) bulunuyor kitapta. Bu ölçek sonucunda kendinizde can sıkıntısına az veya çok mutlaka bir yatkınlık görmeniz, kitaba sizi daha da bağlayan bir neden oluyor.
Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi, çok yoğun bir makale kaynakçasına sahip olmasına rağmen, sıkıcı olmayan ve akademik bir dille yazılmamış bir kitap. Ancak 2008 yılında Bağlam Yayınları’ndan çıkan Lars Fr.H. Svendsen tarafından yazılıp, Murat Erşen tarafından Türkçeye çevrilen Sıkıntı’nın Felsefesi adlı kitabın neredeyse bir özeti niteliğinde. Bu durum ne yazık ki, kitabı benzersiz bir eser olarak nitelememizi önlüyor.
* Görsel: Yavuz Girgin
Yeni yorum gönder