Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Canavar Olmayı Göze Almak



Toplam oy: 205
Romanın merkezinde, meteoroloji uzmanı ve bir savaş makinesine dönüşmüş olan fener bekçisinin yaratıklara karşı her gece verdikleri mücadele yer alıyor.

I. Dünya Savaşı’nı takip eden günlerde, İrlandalı genç bir meteoroloji uzmanı, Antartika’daki kuş uçmaz kervan geçmez bir adaya bir yıllığına tayin edilir. Onu bırakacak olan gemi, bir önceki meteoroloji uzmanını alıp dönecektir ancak adada karşılaştıkları tek insan, tuhaf ve yabani deniz feneri bekçisi olur. İnsanı müthiş meraklandıran, bir sonraki sayfayı heyecanla çevirmesine neden olan bir roman girişiyle karşı karşıyayız. Evet, Katalan yazar Albert Sánchez Piñol’un romanı Soğuk Deri’den bahsediyorum. Bizi dünya edebiyatının birbirinden müstesna eserleriyle tanıştıran Jaguar Yayınları, yeni serisi Prospero Kitaplığı’nın bir numarası olarak bu romanı tercih ettiğinde, dönüp bakmadan geçmemiz olmazdı.

 

Issız bir adada geçirilecek uzun bir yıl, sessiz ve asude akşamlarıyla uzun soluklu okumaların yapılacağı, doğayı gözlemleyerek evrene dair bir içgörünün gerçekleştirileceği ve nihayet karakterin kendini tanıması ve olgunlaşmasıyla sona erecek bir serüven olarak görülebilir fakat Soğuk Deri’de işler hiç de sandığımız gibi gitmiyor. Karanlık çöküp meteoroloji uzmanımız yanında bir yıllık erzağı, bilimsel ölçüm aletleri ve zengin kitaplığıyla evine çekildiğinde okyanustan gelen insanımsı amfibik yaratıkların saldırısına uğruyor. Sahnenin değişmesiyle felsefi bir Robinsonad’dan billimkurgu bir korku hikâyesinin içine çekiliyoruz.

 

İNSANIN ÖTESİ OLARAK CANAVAR

 

Tüysüz ve mavi derileri, yuvarlak gözleri, yüzgeç benzeri perdeli elleri ile tasvir edilen ve kurbağa suratlar olarak adlandırılan bu yaratıklar, insanın o derin hissi olan korkuyu harekete geçirmeyi anında başarıyor. Romanın merkezinde, meteoroloji uzmanımız ve artık bir savaş makinesine dönüşmüş olan fener bekçisinin bu yaratıklara karşı her gece verdikleri mücadele yer alıyor. İtiraf etmeliyim ki, ayrıntılarla betimlenmiş bu savaş sahneleri korku ve gerilim severleri mest edecektir, gelgelelim tüm bu dehşeti aslında insanın vahşiliğinin bir alegorisi olarak okumak biz hanım evladı mizaçlıların daha çok işine gelecektir.

 

Bir yanıyla tuhaf, kan dondurucu ve rahatsız edici bu romanın diğer yanı ağır, içe dönük ve felsefi bir soruşturma olarak ilerliyor. Nietzsche’nin şu meşhur sözünü bir kez daha hatırlayalım: “Canavarlarla savaşan kişinin kendisi de bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelidir. Ve ne zaman bir uçurumun derinliklerine bakarsanız, uçurum da sizin derinliklerinize bakar.” İnsanın canavara karşı mücadelesi, en arkaik temalardan biri olarak bize ben ve öteki ayrımını vermekte çok başarılıdır. Burada da Piñol bu kurbağa suratlı canavarlar üzerinden insanın şiddet eğilimini, öteki olarak gördüğüne dair tavrını ve yabancı düşmanlığı temalarını işlemeyi başarmış. Bunu yaparken kullandığı araçlardan birisi, adada birbiriyle pek de anlaşamayan iki ‘medeni’nin canavarlarla mücadelesi iken, ikinci araç fener bekçisinin köleleştirdiği dişi bir kurbağa suratlı. Fener bekçisinin hizmetçi ve seks kölesi olarak kullandığı bu canavarı öldüresiye dövmesini anlattığı sahneler gerçekten kan donduran cinsten. Diğer yandan, meteoroloji uzmanının bu hizmetçi canavarla giderek aşka dönüşen münasebeti, rahatsız edici bir okuma sunuyor. İnsanın canavar olarak gördüğü ötekini kendisinden aşağı bir derecede görmesini, ona şiddet uygulamasını kendince normalleştirmesini zihni olarak anlayabiliriz. Piñol’un uzun uzadıya betimleyerek karnımıza ağrılar soktuğu fiziksel şiddet ve cinsellik sahneleri ise, amacına ulaşmakla birlikte, fazlasıyla rahatsız edici. Piñol’un niyetinin tam da bu olduğu söylenebilir elbette ama okurun da bundan tiksinme hakkını saklı tutmakta fayda var.

 

ÖTEKİNİ ANLAMAK MI EVLADIR AVLAMAK MI?

 

Adadaki kahramanların canavarlara karşı verdikleri ölüm kalım mücadelesi, bir yanıyla da İrlandalı meteoroloji uzmanının kendi geçmişine kapılar açıyor. İrlanda’nın İngiltere’ye karşı verdiği savaşta haklı olduğunu, İngiltere’nin işgalci İrlanda’nın da savunmacı olduğunu söylerken kalbimizden bir şüphe geçmiyor. Bu kurbağa suratlı canavarlar için de adadaki insanlar, onları işgal eden kolonyalist güçler ve adayı geri alma mücadelelerinde insana karşı sürekli yenilseler de, haklılar. Genç meteoroloji uzmanının bu durumu fark etmesiyle öteki ile empati kurma aşaması başlıyor. Canavara âşık olmasıyla da, bu varlıkların akıllı olup olmadıklarını sorgulayıp, insana benzer bir zekâ emaresinin izlerini aramaya başlıyor. Son olarak da onlara ad vererek, aradaki son mesafeyi de aşıyor. Nitekim bir şeye ad vermek onun artık aşina, tanıdık olduğuna; bir yabancı olmadığına işaret eder. Meteoroloji uzmanının bu süreci bizi yine bir dizi felsefi soruyla baş başa bırakıyor: Bizi insan, onları canavar yapan nedir? Peki, bir canlı türünü akıllı yapan nedir? Tam bu noktada, kitapta bir laytmotif olarak arada bir karşımıza çıkan adadaki tek kitaba bakmakta fayda var. James George Frazer’ın çığır açan kitabı Altın Dal, roman boyunca bir görünüp bir kayboluyor. Altın Dal’ı bir başyapıt kılan birçok etmen var şüphesiz, ama bu romanın bağlamında, kitabın tezlerinden birinin de şu olduğunu hatırlayalım: Yabanıllarla olan benzerliklerimiz farklılıklarımızdan daha çoktur.

 

Bu aşamada insanoğlunun bilinç kazanmasını, ateşkes ilan etmesini bekleriz. Piñol bizi bunun olabileceğine kısa süreliğine inandırıyor, insanlığa dair umudumuzu yeşertiyor fakat nafile, romanın kasten muğlak bırakılmış sonu bize tarihin döngüselliğini, insanın tekrar be tekrar aynı hataları işlemeye devam edeceğini fısıldıyor. Bu haliyle Soğuk Deri insanın nereye oturtacağını, nasıl hisler besleyeceğini bilemediği kitaplardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bir yanıyla korku, gerilim, savaş ve cinselliğin ön plana çıktığı popüler bir roman; diğer yanıyla ise insana sorular sorduran, alegorik bir metin. Tuhaf olan, anlatının bu iki işlevi birlikte yürütmeye çalışarak okurun ruh halini sürekli değiştirmesi, düşünmek için vakit bırakmadan bizi yeniden kan donduran bir sahnenin içine sokması. Soğuk Deri pek çok sıfatla anılabilir, unutulmaz olduğu ise kesin.

 

 

SOĞUK DERİ
Albert Sanchez Pinol

ÇEV: Yıldız Ersoy Canpolat
JAGUAR KİTAP 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.