Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cennetteki cehennemi gözetleme deliği



Toplam oy: 476
Anthony Burgess // Çev. Can Moralı
İş Bankası Kültür Yayınları
Ayna karşısına sadece süslenmek için geçenler, bu kere de suçlanmak için geçecek cesareti gösterebileceklerse Doktor Hastalandı tam da bu.

Hepimizin üç aşağı beş yukarı toplumsal bir rolü var. “Bir rol sahibi olma”nın altında ise gözden kaçan sistemler yer alır; bu sistemlere hükmeden en önemli nokta o rolün evvelden yazıldığı, hatta sabitleştirilmiş bir tekste bağımlılığıdır. Kendiliğindendir bu sistemler; farkına varılması acılı ve güç bir süreç taşıdığından kimse umursamaz. Farkına varılması reddedilir, yasaklanır, günah ilan edilir. Çünkü oluşturduğu dil, oluşturduğu sınıf, oluşturduğu kariyer başkalarıyla teması sınırlandırdığından, iletişimi ortadan kaldırdığından ve herkes aurasındaki dünyayla yetinebildiğinden, her şeyin o aurada yaşanıp biteceğinden kesinlikle emin olduğundan sistemler arası dar geçitlerin varlığını inkar akla uygun hale getirilmiştir. Basitleştirirsek, öteki hayatlar yalnızca ötekilerindir. Böyle düşünürüz. Böyle düşünmeyi demokrasi sanırız. Onların hayatta olduğunu biliriz bilmesine de ancak onlardan gelen haberler karşısında duyduğumuz üzüntü, sevinç, katılımcılık eşantiyondur. Ne çoktur ne de az; belli ölçüleri aşmaz, aşamaz. Aşmamalıdır; çünkü aşmak içselleştirmeyi şart koyar. Binbir zorlukla kurduğumuz “mutlu, huzurlu dünyamız”da ötekiler arka tarafta bir manzaradır adeta.
 
Oluşturduğumuz dil, sınıf ve kariyer curcunasında benzerlerimizle rekabet ederken dışarıdakine tahammül zaten aşırı bir iyi niyet göstergesidir ki ötekinin meşruluğunu tanımak bile yeterli zulüm sayılabilir; insan işte bu kadar bencil ve lüzumsuz bir canlıdır. Asla da sosyal değildir. Kendi iktidarı için şart olduğundan ilişki kurar. Cepheleşmek, ittifak ve gruplaşmak hep bir çıkar ve savunma uğrunadır. 

Özellikle uygarlık, ayrımcılığı yumuşatsa da birbirine karışmayan heterojen kimlik toplamlarını önemser. “Kültür mozaiği” safsatası veya “haddini bilmek” sözü tam da bu keskinliğin örneğidir. Doğu’da ise buna daha fazla, itibar ve kulluk bilinci yorumlarında rastlarız. Haddini bilmek, yerine bilmek’e dönüşür.

Ne yazık ki, yahut ne mutlu ki hayat böyle bir varoluş tarifi değildir. Rol sahibi olmak için ezberlenen metinler, senaryolar, tekstler bir gün işe yaramayabilir. Heterojenlik yasası yıkılır, ayağınız kayar ve bir anda ötekilerle yüz yüze kalırsınız. Yeryüzü küçüktür.

Batı’da looser’lık, Doğu’da linç sizi beklemektedir.

Son model cipi bozulan bir iş adamı birdenbire minibüse binmek, akademik unvanlarının arkasına sığınan bir zat ansızın maç çıkışı kalabalığına karışmak, iffetiyle övünen bir diğeri patlayan bomba nedeniyle can havliyle seks shop’a dalmak zorunda kalabilir. Üstelik bu kadar gelip geçici de olmayabilir temas; şiire rağmen hayat hikayelerden oluşur ve hikayelerin gerçekliği ölümcül olmalarıyla da tanımlanır.

Trajedinize gülenlerin sayısı hızla artacaktır; o gülenler eğlendikleri, neşelendikleri için de gülmezler açıkçası. Bir sinir boşalması, empati kurma, “benim de başıma gelebilirdi” gerginliğinin atlatılması refleksidir o. Siz geriye adım atamazsınız, eski dostlarınız zaten şu andan sonra dönmenizi istemezler, bulunduğunuz yerde diliniz/sınıfınız/kariyeriniz işe yaramaz – boşluğun nimeti azabınız olur. Toplumsal rolünüzü elinizden almıştır rastlantılar.

 

 

Sokakta ve tek başına


Anthony Burgess ismini çoğumuz Otomatik Portakal’la duyduk denebilir. Sarsıcı, çarpıcı, sıkı kurgusuyla bir başyapıt sayılan Otomatik Portakal bu tür bir yüzleşme, karşı karşıya gelme ve çatışma ritmini gerilimi yüksek bir hevesle, birikimle sağlıyordu. Burgess ses eğitimi de aldığından, hatta senfoni dahil birçok müzik eseri bestelediğinden orkestrasyonu, katmanlı anlatımı içeren bir donanıma sahip. Kimliğin dışarıdan verildiğini, önemsizliğini sık sık vurgulayan açıklamaları “Burgess edebiyatı”nın karakterini oluşturuyor.

Doktor Hastalandı, 1960’ta yayımlandı. Otobiyografik özelliklerin ağır bastığı romanı yazar, kendisine konulan yanlış beyin tümörü teşhisi ile dilbilimciliğini harmanlayıp bir buçuk ayda tamamlamış. Bireysel travma ile kentin karanlık yüzünün ringe çıktığı bir kaos bu. Hastanede kendisine refakat eden eşinin bir süredir ortada görünmemesi nedeniyle ameliyat öncesi dazlak ve pijamalı olarak oradan ayrılan Dr. Edwin Spindrift, karısının izini sürerken yeraltında kaybolacaktır. Bu kayboluş, güven duygusunu veren tüm gücünü arkasında bırakmasıyla koşuttur.

Bir hesaplaşma, bir tanışma, bir anlaşma veya şiddet ortamındadır artık; onu koruyacak bir kimliği de yoktur. Evini ödüllerle donatmış olsa da sokaktadır şimdi. Sokakta ve tek başına. Benzerlerinin taktığı rütbeler gerçek tarafından sökülmüştür.

Burgess acımasız bir yazar. Acımasızlıktan kastım, dobralık. Birileri üzülecek, alınacak diye yazmaktan caymıyor.

Ayna karşısına sadece süslenmek için geçenler, bu kere de suçlanmak için geçecek cesareti gösterebileceklerse Doktor Hastalandı tam da bu.

 

 

 


 

 


Görsel: Esra Kalay

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.