İsmi çok aşina kimi ünlüler, haklarında en az şey bildiklerimiz olabiliyor. 20. yüzyılda doğmuş olup da Şarlo ismini duymamış olan var mıdır; üstünden dökülen takım elbisesi, şapkası, bıyığı ve koca pabuçları ile yarattığı Tramp tiplemesine şu veya bu şekilde rastlamamış olan? Peki kimdir Charlie Chaplin? Mesela nerelidir? Evet, cevabınız...
Filmleriyle iç içe geçmiş bir hayattır Şarlo’nunki; kimi zaman hangisi film, hangisi hayatı ayırmak güçleşir. 1889’da yoksul bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelir; sarhoş baba pek ortalarda yoktur, hasta anne çocuklarına bakmak için mücadele eder. Küçük Charlie daha 9’una gelmeden 19. yüzyıl İngiltere’sinin en korkunç kurumlarından birisi olan Workhouse ile, yani yoksullar için bir tür ıslah ve bakım evi ile tanışır. Elbette akla hemen Charles Dickens gelecektir. Nitekim Chaplin’in yaşamını ve yapıtlarını, Dickens’tan ve romanlarından ayırt etmek zordur. O büyürken yepyeni bir sanat dalı doğmaktadır: Sinema. Peki, sinemadan nasıl ayrı düşünebiliriz Chaplin’i?
Belki değil, kesinlikle öyle; ilk büyük “süper star”dır Chaplin. Genç yaşta ekmek parası peşinde katıldığı kumpanya ile ABD’ye düşen yolu, daha sonraları onunla birlikte büyüyecek ve devasa bir endüstriye dönüşecek olan Hollywood ile kesişecektir. Seri halde çektiği sessiz filmlerin sonucunda, yarattığı karakterin bir salgın biçiminde tüm dünyaya yayılması, kısa sürede onu rekor kontratlara imza atan bir yaratıcı haline getirecektir. Aydın kişiliği kaçınılmaz olarak ABD devleti ve toplumunun İkinci Dünya Savaşı sonrası antikomünizm histerisi ile çatışacak, adeta ikinci vatanı haline gelen bu ülkeden malını mülkünü geride bırakarak ayrılıp apar topar İsviçre’ye yerleşmek zorunda kalacaktır.
Chaplin hiçbir şeyi biriktirmezmiş ama neyseki etrafındakiler, onun saçıp savurduğu metinleri, belgeleri sabırla, bıkmadan usanmadan toplamış, biriktirmişler. Tüm bunlar da mucizevi bir şekilde onun peşinden İsviçre’ye ulaşabilmiş. Ardından yakın zamanda Bologna Sinematek’i sekiz yıl süren devasa bir projeye girişerek 2012 sonlarında arşivin sayısallaştırılmasını ve sınıflandırmasını bitirmiş. Artık tüm arşive internet ortamında erişmek mümkün. (www.charliechaplinarchive.org) Taschen Yayınevi, geçtiğimiz yıl, “XL” formatında nefis bir kitapla bu arşivden seçmeleri yayımlamıştı. Biraz pahalı ve lüks olan o kitaba erişemeyenler için, şimdi, odağına Sahne Işıkları filminin novellasını almış olan, bol resimli, arşiv belgeleri ile desteklenmiş çok hoş bir kitap Türkçe olarak yayımlanmış bulunuyor: Ramp Işıkları ve Sahne Işıkları'nın Dünyası.
Chaplin duvardan duvara bir yaratıcı, titiz ve çok yönlü bir sanatçı. Amerika-Avrupa kavşağındayken 1951’de çektiği, ABD’den ayrıldığı yıl olan 1952’de gösterime giren ve boykotla karşılaşan Sahne Işıkları’nın senaryosunun ilk hali olan novella da bu titizliğin boyutlarını gösteriyor bize. Kitapta hem novella yer alıyor, hem David Robinson’ın arşiv içinde yaptığı çalışma ile bu metnin arka planını anlama çabası. Kitabı okumak isteyenlere öncelikle novellayı okumalarını öneririm. Filmi izlemiş olanların da okumasında yarar var, zira film, öykünün esas başlangıcından epeyce bir sonrasında odaklanıyor. Sahne Işıkları adlı bu romancıkta Chaplin’in yaşamı, gerek Londra günleri, gerekse filmi çektiği günlerde başından geçenler ve babasının hikayesinden kuvvetli izler bulmak mümkün. Chaplin’in yaşam öyküsünü biliyorsanız bunları anlayabilirsiniz, ama bilmiyorsanız da Robinson zaten kılı kırk yararak neredeyse satır satır çözümlemeye çalışıyor metni etkileyen gerçekliği.
Klişe ama pek hoş ve tatlı
Hikayemiz pek klasik, hatta bugünün koşullarında artık klişe bile diyebiliriz ama pek hoş ve tatlı. Chaplin de pek güzel anlatıyor. Mekan Londra, ortam sanat çevresi - dans, bale, tiyatro; kahramanlarımız ise dansçı genç kız Thereza Ambrose (Terry) ile bir zamanlar şöhreti tatmış ama şimdilerde tepetaklak olmuş, sürünen komedyen Calvero. Terry’nin babası bir soyludur, annesi ise evlerinde çalışan bir hizmetçi. Aklı bir karış havada olan soylu ama çulsuz baba, Terry henüz yedi yaşındayken ölünce, anne, iki kız çocuğu ile ortada kalır. Terzilik yapan anne de bir süre sonra hastalanınca, evin bakımı ne iş yaptığı belli olmayan ablaya kalır. Terry ablasının yaptığı işi bir tesadüf sonucu öğrenince yıkılacaktır. On yaşında geldiğinde annesi de ölecektir. Birkaç sene sonra izlediği balenin etkisiyle dansçı olmaya karar vermiştir. O zamanların Londra’sının meşhur grubu Empire’a dansçı olarak girmeyi başarır, hızlı bir şekilde ilerlemektedir ki yaşadığı bir olay dans kariyerinin sonunu getirir. Artık dans etmesi söz konusu değildir. Daha önce ablasının çalıştığı bir kırtasiyecide çalışmaya başlar. Dükkanın müşterilerinden biri genç ve fakir besteci Ernest’tir. Terry ondan hoşlanmakta, zor durumda olduğunu bildiğinden yardım etmek istemektedir. Bir gün bu niyetle kasti olarak fazla para üstü verir, ancak patronuna yakalanınca işinden de olur. Artık ümitsiz, yıkılmış bir haldedir, yaşamak için bir nedeni kalmamıştır. İşte filmimiz bu noktadan sonra başlar. Sarhoş bir şekilde evine dönen yaşlı Calvero giriş katında bir gaz kokusu alır, kokunun geldiği odayı bulur, kapıyı kırar ve içeride baygın yatan Terry’i görür. Hayat biri yaşlı, diğeri genç iki enkazı bir araya getirmiştir. Birbirlerinin yaşamlarının nasıl etkileyeceklerdir, hikayeleri ne yöne evrilecektir? Hayat zaten bir karşılaşmalar, karşılıklı etkilenmeler, o etkilenmelerin etkisi ile makas değiştirmeler silsilesinin adı değil midir?
Calvero karakterinde Robinson’ın da değindiği gibi baba Chaplin’den güçlü izler bulunduğu gibi, Charles’ın öykü üzerinde çalıştığı dönemde başının ABD hükümeti ile belada olması nedeniyle yaşadığı sıkıntıların etkilerini de hissetmek mümkün. Kitabımız salt sinemaseverler için değil, aynı zamanda dans ve bale meraklıları için de önemli bir kaynak niteliğinde. Zira Chaplin’in öyküye mekan olarak seçtiği Londra vesilesiyle yazarımız Robinson, Londra sahnelerinin dans ve bale tarihine de tutuyor merceğini. Kitapta ayrıca Chaplin’in büyük bir hayranlık beslediği Nijinski’nin daha önce yayımlanmamış çok yakışıklı bir fotoğrafı da mevcut. Velhasılıkelam, öykü pek hoş, kitap pek güzel, çeviri kusursuz, her kütüphaneye yakışır.
Görsel: Akif Kaynar
Yeni yorum gönder