Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çin, düşsel bir ihtiyar oğlan



Toplam oy: 981
İri Memeler ve Geniş Kalçalar, doğunun sözlü ve yazılı geleneğinin öğelerini, politik ve toplumsal tarihin referansları ile yoğunlaştırarak düzyazının imkanlarını çoğalttığı, duyumsatıcı bir okuma pratiği vaat ediyor.

"Kadınlar gerçekten muhteşem şeyler midir? Kadınlar belki de muhteşem şeylerdir, evet, kadınlar kesinlikle muhteşem şeylerdir ama son tahlilde kadınlar aslında 'şey' değildir…" (Sima Ku)

 

Bir metnin zenginliği, okuyucunun zihinsel kısmetlerinin açılacağı, çoğalacağı yönünde eşsiz tecrübeleri müjdeliyor en baştan. Heyecan uyandıran bir ilk karşılaşmanın hazırlığını kuşanırken, bütün duyularımızla dokunacağımız metnin, biz okurlardan tam bir teslimiyet talep ettiğini de unutmadan…

 

2012 Nobel edebiyat ödülü sahibi Mo Yan'ın İri Memeler ve Geniş Kalçalar adlı romanı, doğunun sözlü ve yazılı geleneğinin öğelerini, politik ve toplumsal tarihin referansları ile yoğunlaştırarak düzyazının imkanlarını çoğalttığı, duyumsatıcı bir okuma pratiği vaat ediyor. Mo Yan pek çok okurun takip ettiği üzere, batı edebiyat çevrelerinde ve kendi ülkesi Çin'de politik-sosyal tavrı ile tartışmalar yaratmış bir yazar. Metnin okuma pratiği içerisinde bu tartışmaların izlerini doğal olarak sürmek, bizler için kaçınılmaz olacak kuşkusuz. Ancak düzyazının ve dilin olanaklarının, geçmiş ve şimdinin deneyimlerinin, hikaye geleneğinin arketiplerinin metnin zenginliğinde, sahiciliğinde ya da yazarın sesinin ikna ediciliğinde nasıl izler bıraktığını duyumsamak ve anlamlandırmaya çalışmak, hiç kuşku yok ki çok daha önem teşkil eden bir husus olacaktır.

 

"Sabah örümcekleri mutluluğa, akşam örümcekleri zenginliğe alamettir demişti bir keresinde o solgun yüzlü ama güzel kadın örümceği görünce. Beni nasıl bir mutluluk bekliyor ki? Aklına birden rüyasında gördüğü o göksel memelerle tuhaf kalçalar düşüverdi…"

 

Yedi bölüm ve bir ekten oluşan İri Memeler ve Geniş Kalçalar, Shangguan ailesinin dokuz çocukları ile beraber verdikleri yaşam mücadelesini çekirdeğine yerleştiren bir hikayeye sahip. Yirminci yüzyılın ilk yarısından son çeyreğine kadar Çin'in tarihinin, geçirdiği toplumsal dönüşümlerin, bu değişimin bireyleri ve etrafını kuşatan çevreyi nasıl başkalaştırdığının tanıklığını da önemseyen bir derdi var. Yukarıdaki alıntıda bahsi geçen ve aslında tüm metni varlığıyla mühürleyen memeler, erotik bir duygulanımı işaret ettiği gibi, bereketi, mücadeleyi, varoluşu hatta zamana müdahil olan bir hafızanın da cisimleşmiş hali adeta.

 

Zorlu bir doğum sahnesi ilk ilmeğini atar hikayenin. Shangguan ailesinin gelini Shangguan Lu, çocuk sahibi olamadığı kocasının soyunu sürdürmenin yolunu, farklı adamlardan yedi kız çocuğu doğurarak formüle eder. Bu kez bir erkek çocuğunun umudu vardır ancak doğum uzun zamana yayılır. Eş zamanlı başka bir doğuma da tanıklık eder okuyucu. Bu, ailenin ahırında tıpkı Shangguan Lu gibi eziyetli bir doğum süreci geçiren eşeğin gebeliğidir. Her iki doğum birbirine paralel ilerler. Doğanın her parçasının hayat ve ölüm bilgisini sınarken aynı yazgıyı paylaştığını biz, bu çileli doğum döngüsünde bir kez daha temize çekeriz. Shangguan Lu'nun biri erkek diğeri kız, iki çocuğu daha olur. İlk erkek çocuk Shangguan Jintong (Altın Oğlan) ve Yunü (Yeşim Kız) Hikaye daha sonra şeytanlaştırılmış Japonların tecavüz ve yağması altında süregelen Çin-Japon savaşının, Çin halkı üzerindeki ağır tahribatını çok sahici ve sarsıcı tasvirlerle okuyucuya aktarır.

 

Rahimin tanrısallığı

 

Doğumunun hemen ardından hikayenin anlatıcılığını üstlenen Jintong, Shangguan ailesinin sıradışı kadınlarına da kendi çocuksu dilinin renkliliğiyle ayna tutar. Japon istilasının ve Çinlilerin kendi aralarında yarattıkları nifak çatışmalarında bu kadınlar –annesi Shangguan Lu ve sekiz ablası- muhalif ve karşı devrimcilerle evlenirler, çocuk doğururlar, savaşırlar, avlanırlar, aşkın ve cinselliğin hayata kattığı o şahane kakafoniyi sınarlar. Mo Yan bu eşsiz kadınları maruf olan hezarfenlikleri ile, sosyalist ya da anarko feminist bir okuma yapmaktan çok, yaşama ve ölüme dair karnında taşıdığı bilginin tezahürü olarak önemser. Tanrı sıfatı olan rahim, kadının doğurganlığıyla yaşam bilgisine erdiği ve tanrısal bir bilgiyi tecrübe ettiği varoluşunda dönüşüme sebep olan gizemli bir eşiktir. O sebeple merhameti tanır kadın, şefkati de. Shanggguan Lu gibi, Laidi gibi, ihtiyar Jin gibi. Jintong'da bir şey bilir. Kısmen onun sanrılarına gark olduğumuz metnin düğümlü noktaları yine bu sanrıların rehberliğinde bir mana kazanır. "Dua et, Shangguan'ların oğlu, ben senin tanrınım! Meğer Tanrı aslında bir çift memeymiş. Tanrı istediği şekle girebilir, bu dönüşüm sınırsızdır, kalbini ne sarhoş ediyorsa hemen ona dönüşüp sana görünür, yoksa ona nasıl Tanrı diyebilirsiniz…"

 

 

Jintong asla doğmamış olmayı diler. Bin sayfalık metnin her satırına nüfuz etmiş olan memelerin varlığı, ilk yuvasını, annesinin güvenli rahminden sürgün edildiği o ilk anı reddedişinin teminatı, ıslak senedi gibidir. Büyük ve süt dolu memeler, Shangguan Lu'nun bir uzantısı olarak onu açlık, sefalet ve yıkım dolu dünyaya karşı koruyan, "yek olma" halinin ikame ettirildiği erotik ve emniyetli bir cisim haline gelir. Meme Jintong için dünyevidir. Yetişkin bir erkek olana değin, annesinin ve keçisinin sütü dışında hiçbir gıdayı tanımaması ve kabullenmemesi, bir şekilde onun var olmamayı öngördüğü duruş biçimidir. O sebeple dünyanın bütün memelerini ondan esirgeyecek, alıkoyacak herhangi bir şeye tahammül gösteremez. Babası İsveçli papaz Malory'ye, ablalarına, Japon askerlerine, norm koyuculara, toprak ağalarına, devrime, Çin devletine… Büyümeye de pek yetenekli değildir Jintong. Annesinin ya da ablalarının ve onların kural tanımaz devrimci erkeklerinin aksine, kendinde dünyanın uğultusuna karşı koyma cüretini gösterecek gücü, şevki, yaşama sevincini göremez. Büyümeyi hor görür bu sebeple. Kırk yaşına geldiğinde hâlâ bir kadının memesinden süt emerek, o ilk yuvaya dönme özlemini yineler. Zihinsel bir özgürlük elde edemez de. Sakınarak, yeğeni Sima Liang'ın, son demlerine kadar annesi Shangguan Lu'nun dışarlıklı bir uzantısı olarak yaşar. Karar alamaz, âşık olamaz, karşı koyamaz, gidemez, varamaz. Mo Yan'ın, Jintong karakteri ile kendi gölgesini dışlaştırmış olması muhtemel. Bir parça Jintong, Çin kültür hareketini biçimlendiren ruhun adı olabilir de. Bu haliyle karakter, Teneke Trampet'in Oscar'ını da anımsatmıyor değil. Ancak şiddetin, kıyıcılığın ve büyük planların kol gezdiği dünya tarihi şüphesiz, büyümenin de tarihinde şifa bulmayan yaralara sebep olur…

 

Öte yandan İri Memeler ve Geniş Kalçalar, okuma konusunda nicelik yönünden kolaylık önermiyor olsa da bir yanıyla insanı inciten, sarsan, kırılgan ama o kadar da güçlü anlatıma sahip. Jintong'un hikaye dilindeki incelikli ve mizahi üslup, okuma hazzını kışkırtacak bir düşkünlük yaratıyor. Üstelik Mo Yan'ın yaratmaya çalıştığı halisünatif gerçekçilik, okuma biçimlerini melezleyerek, tarihin başka şekillerde de anlatım olanağı bulacağını göstermesi bakımından değerli bir çaba. Metinde Çin'in uğradığı tüm kıyımlar, hayvanların da yaşam ve ölüm bilgisi göz ardı edilmeden, maruz kalınan felaketin bir parçası kılınarak hikaye edilir. Mo Yan tıpkı bir izlenimci gibi, yaban tavşanının ani gelen ölüm karşısındaki şaşkınlığını, başaklar batmasın diye tarlada gözlerini yuman köpekleri resmederken, insanların acılarına bir süs ya da bir detay gibi iliştirmez. Onları gerçeğin bir parçası yapar. Acıyı ve ona katlanmaya çalışan insanın umudunu anlatmaz Mo Yan, gösterir bize. Sütün kokusunu duyumsatarak, insanlık onuru ve trajedilerle yapılan aşkları hissettirerek, renkleri ve sesleri işittirerek bütün duyularımızla dokunabileceğimiz bir metin inşa eder. Bu okuma zevkini bizim için mümkün kılan Erdem Kurtuldu'nun mükemmel çevirisini de ifade etmek gerekiyor. Bu eşsiz anlatım güzelliğini duyumsayarak… "Rüyamda ağzımı gördüm, ağzım benim sarhoşluğumu ve mutluluğumu emiyordu, rüyam hoş kokulu sütle doluydu!"

 

 


 

 

* Görseller: Kaan Bağcı, Riki Blanco

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.