Klasiklerin, özellikle de Suç ve Ceza'nın çizgi roman uyarlamasının çıktığını öğrendiğimde heyecanlanmıştım. Belli başlı klasikleri 3-5 yılda bir yeniden okurum. Kişinin kendi macerasının akışına paralel olarak bu romanlardan aldığı tad, onu algılayışı, yorumlayışı değişir. Her okumamda yeni boyutlar keşfederim. Aslında kendimizi keşfetmenizin, kendi varoluşumuzu, sınırlarımızı, insanlar ve hayatı tanımamızın bir yansımasıdır bu süreç. Hele yazar Dostoyevski gibi karmaşık kişiliklerin, derin ve içinden çıkılmaz iç dünyaların yazarı ise. Suç ve Ceza'yı sanırım en az 4 kez okumuşumdur. St. Petersburg'da Raskolnikov'un izini sürmüşlüğüm de vardır. Türkçe'deki farklı baskılarının yanısıra, başka dillerden de Suç ve Ceza baskıları toplarım. Çoğunda çizimler olur. Onların Raskolnikov'u ve diğer kahramanları nasıl tahayyül ettiklerine bakarım. Bu konuda en sevdiğim kitaplardan birisi de Rusça, tüm Dostoyevski romanlarındaki illüstrasyonların toplandığı bir kitaptır. Müthiş çizimler vardır. Neyse, yine Suç ve Ceza zamanı yaklaşıyor, bir ara okuması da çizgi roman ile olur diye düşünmüştüm. Düşünsenize yüzyıl başı Rusya'sı, St. Petersburg atmosferi, ve adeta çevremizdeki insanlardan daha gerçek o müthiş karakterler, bir yaratıcı, romanın en büyük yaratıcısının gümüş tepside sunduğu ne zengin bir malzeme: Marmeladov, tefeci “kocakarı”, Sonya, Razumihin, Zosimov ve diğerleri... İyi bir sanatçının elinden ne müthiş sahneler çıkar! Üstelik sanırım romanların çizgi roman uyarlamaları sinema uyarlamalarına göre daha kolaydır, özellikle de dönem romanları için.
İşte bu haleti ruhiye içerisinde biraz geç de olsa Suç ve Ceza'nın NTV yayınlarından çıkan ve meşhur bir illüstratör olduğu söylenen Alain Korkos tarafından çizilen baskısını edindim. Fakat kurulan hayallerin çökmesi, beklenen okuma şöleninin müthiş bir düşkırıklığı ile sonuçlanması sadece bir kaç dakika sürdü. Birincisi Alain Bey'in çizgi performansı son derece yavan geldi. Suç ve Ceza'nın en azından Rusça baskılara eşlik eden illüstrasyonlarının neredeyse tamamını görmüş birisi olarak en kötüsü diyebilirim. Fakat asıl şok, romanın günümüz Rusya'sına uyarlanmış olmasını anlayınca yaşandı. Siberuzay çağında bir Raskolnikov! Olmaz mı, elbette olabilir. Ama döneminin toplumsal ve bireysel sorunları ile bunca içli dışlı bir metni 100 yıl üzeriye taşımak ve uyarlamak çok emek ve özen ister. Bu emek ve özenin ise zerresi bulunmuyor. Bırakın bugüne uyarlamayı, Suç ve Ceza'nın ana izleği, Raskolnikov'un problemleri, romanın ana fikri dahi yok ortada. Ortaya tam anlamıyla bir kiç (kitsch) çıkmış. Kundera'yı anmadan edemedim. İnsan ister istemez bu “eser”i üretenlerin, metni yeniden yorumlayanın, resimleyenin, sanatsal kaygılardan ziyade konuya ticari bir “proje”, “hadi bir Suç ve Ceza uyarlaması yapıp, biraz para kazanalım”yaklaşımında olduklarını düşünüyor.
Suç ve Ceza'yı özgün metnini okumadan bu kitapla tanışan okurlara yazık! Zira orjinal metni okumayı merak ettirecek hiçbir çekicilik de içermiyor. Para için cinayet işleyen bir genç adam, e sonra? Sonrası yok. Gerçi bu özgün metin konusu da bir başka yazının konusu olacak kadar dertli bir konu. Ülkemizdeki kadar çok farklı Suç ve Ceza çevirisi (genelde Dostoyevski çevirileri) ve baskısı dünyanın hiç bir ülkesinde yok. Girin bakın Amazon'a, koskoca İngilizce dünyasında kaç faklı çeviri görebilirsiniz. Bizde ise onlarca çeviri ve baskının önemli bir kısmı başka çevirilerden çalıntı. Bazı çevirmenleri araştırdığınız zaman ilginç sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Okuyucu dikkat: fiyatı ucuz diye berbat ya da çalıntı çevirlere paranızı kaptırmayınız, okuduğunuz Suç ve Ceza olmayacaktır.
Neyse efendim Suç ve Ceza'dan ağzımızın payını aldıktan sonra şansımızı bir de Kapital Manga ile deneyelim dedik. Malum, dünya kapitalizmi tarihinin en büyük bunalımı ile sallanınca Karl Marx yeniden keşfedildi, popüler medyaya malzeme oldu, adeta pop star koltuğuna oturtuldu. Tabii diğer pop starlar gibi işi bitince inidirilmek üzere. Komünist Manifesto başta olmak üzere kitaplarının çeşitli baskıları çıkmaya, çok satar listelerine girmeye başladı. Kapital hakkında da bir dizi kitap çıktı. Konu Kapital olunca insan çizgi roman uyarlamasına da daha esnek beklentilerle yaklaşıyor. Birinci cildini bir yana bırakırsak Kapital çok zor bir kitaptır. Anlamak için neredeyse profesyonel iktisatçı olmak şartı var. 3. cildi her profesyonel iktisatçı da çözemez, zaten yarım kalmış çalışmanın Engels tarafından toparlanan bölümüdür. Ama birinci cildi, bir kaç bölüm haricinde, bir roman gibi, bir Charles Dickens romanı gibi ve de aynı lezzette okumak mümkün. Marx işçi sınıfının yaşam koşullarını anlattığı bölümlerde edebiyatçılara taş çıkartır. Zaten üstad gençliğinde şiir de yazmış, edebiyat ile arası da her zaman çok iyi olmuştu. İyi bir yazar olduğu şüphe götürmez.
Yordam Yayınlarından çıkan Kapital Manga idefix paketinden çıktığında ilk hayal kırıklığım boyutlar konusunda oldu. Tamam anlaşıldı, metro kitabı! Sonrası ise, tıpkı Suç ve Ceza gibi, kaldırıp bir kenara atmadıysam görev bilinci ve sorumluluktandır. Ayıp! Bu yaptığınız işe başka bir isim koyun, artı-değer'i anlatıyoruz diyebilirsiniz, kapitalist sömürüyü anlatıyoruz, ne bileyim, kapitalist sistemin işleyişini anlatıyoruz diyebilirsiniz, ama buna “Kapital” ismini koymak bir tür korsanlıktan başka bir şey değil. 1970'li yıllarda Türkiye'de sınıf hareketinin ve sendikaların güçlü olduğu dönemde, bazı demokratik kitle örgütleri ya da sendikalar tarafından yayınlanan, kapitalist sistemi, sömürüyü anlatan çizimlerle desteklenen broşürler, el kitapları yayınlanırdı, inanın onların en kötüsü bile bundan hem illüstrasyon kalitesi, hem içerik olarak daha ileri bir noktadaydı.
Her iki çizgi roman uyarlamasını da okuyup (itiraf edeyim Kapital Manga'yı bitirebilecek sabrı kendimde bulamadım) bu kadar negatif izlenimlere sahip olduktan sonra okuyucunun görüşünü ve tepkisini merak ettim. Acaba benim dinazorluğumdan, bir tür eski kafalığımdan mı kaynaklanıyordu bu düşünceler? Gençler sevmiş, sahip çıkmış olabilirler miydi? İdefix'te Suç ve Ceza'nın sayfasındaki beğeni endeksi bir nebze içimi ferahlattı, çok yüksek değil. Kapital Manga da ise daha yüksek. Üstelik Türkiye standartlarına göre oldukça fazla oy kullanılmış. Yani okuyucu ile pek örtüşmüyor düşüncelerimiz. Bu acaba Kapital'in orjinalinin çok daha az okunmuş olması ile açıklanabilir mi? Muhtemelen Suç ve Ceza'ya oy verenler içerisinde, özgün metni okumuş olanların sayısı, Kapital Manga'ya oy verenler içinde Kapital'in özgün metnini okumuş olanlardan kat be kat fazladır. Dolayısıyla özgün metnin zenginliğini bilenlerin çoğunluğu sanırım beğenmeyeceklerdir. Kapital'in az okunmuşluğu Kapital Manga'nın beğeni endeksini yükselten bir etken mi?
Yukarıda belirttiğim gibi Suç ve Ceza'nın farklı baskılarının koleksiyonunu yapıyorum, neredeyse en kötü baskılarını (korsanlar ve çalıntı çeviriler haricinde) saklıyorum ama bu çizgi roman uyarlamasını koleksiyonuma ekleyip eklememeye hâlâ karar veremedim. O kadar 'Suç ve Ceza' olarak algılamadım, hissedemedim. Kapital Manga ise, Kapital'i bir kenara bırakırsak, en azından kapitalist sistemin işleyişini kısa yoldan ve etkili bir biçimde aktarmak açısından işlevsel diyerek teselli bulabiliriz. Ama onun da kârlı bir kapitalist bir proje olduğundan zerre kadar şüphem yok.
Eleştiri
Eleştiri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Eleştiri Yazıları
Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.
Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.
Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.
Yeni yorum gönder