Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Çok eskiden rastlaşacaktık"



Toplam oy: 940
Jonathan Coe // Çev. Gül Çağalı Güven
Habitus Kitap
Jonathan Coe'nun romanı Expo 58 sürükleyici bir Soğuk Savaş polisiyesi kisvesi altında insanlık durumuna dair çok derin bir meseleyi işliyor.

Vesikalı Yarim evli, çocuklu, taşralı manav Halil'le, pavyonda çalışan, makyajlı esanslı, pek güzel ama “iffetsiz” Sabiha'nın romantik başlayan, hızla kara sevdaya savrulan, en sonunda trajik biten aşkının kült filmidir. Filmin sonlarına doğru çiftin aşkı çıkmaza girince böyle söyler Sabiha: “Çok eskiden rastlaşacaktık.” Peki niçin? Evet belki Halil bekar bir genç, Sabiha mazbut bir ailenin düşmemiş kızıyken tanışsalar evlenebilir, mutlu olabilirlerdi. Ama yine de kısır döngü değişmeyecekti. İki küçük çocuk babası Halil yine bir gece dışarı çıkacak, kendi karısının bakımsızlığı, sessizliği, ezikliğine kıyasla pavyonda gördüğü kadının dekolte kıyafetine, sürmeli gözlerine, cesur tavrına, içki ve sigara içmesine, küpelerine, kokusuna meftun olacak, bu sefer Sabiha'yı terk edip bir başkasıyla aşk yaşayacaktı. Belki “nasıl düştüğünü” dinlemediğimiz Sabiha da kocasını terk ettikten sonra konsomasyona başlamıştı. İki tarafın da âşık olduğu, pek az tanıdığı öteki değil de, daha çok bir ihtimaldir. Hayatlarındaki kişilerden bambaşka birinin arayışındadırlar. Kendilerini de bir başkası yapacak o imkansız aşkın peşindedirler. 

 

Hepimize olmaz mı? Bir an için hayatımıza dair her koordinatın sabitlenmiş olduğu duygusuyla daralır, başka bir âlemde başka biri olarak yaşamayı arzularız. Çoğumuzun derdine hayal, fantezi, edebiyat çare olsa da kimileri, kimi zaman Kieslowski'nin Véronique'i gibi “ikili bir hayat” yaşayabilirler. Bilimkurgu bir durumdan söz etmiyorum. İşi, araştırması, ailesi, eğitimi yüzünden iki şehirde iki ev sahibi olan herkes ne demek istediğimi anlayacaktır. Bir şehirde babanızın sözünden çıkamazken, öbüründe özgür bir genç kadın gibi yaşarsınız. Ya da bir şehirde sabahın köründen akşama kadar ağır mesai yaparken, öbüründe bir aylak gibi sokaklarda gezer, sinemaya gider, kitap okursunuz. İki ayrı insan gibi iki başka hayatınız vardır. 

 

Jonathan Coe'nun romanı Expo 58 sürükleyici bir Soğuk Savaş polisiyesi kisvesi altında insanlık durumuna dair bu çok derin meseleyi işliyor. Çok çarpıcı ve ilgi çekici bir tarihsel an ve sahnede cereyan eden hikaye, çok iyi kurgulanmış siyasi ve toplumsal mevzulardan öte Thomas'ın başka bir hayatı mümkün kılma çabasıyla ilgili. Halil'in başına gelen ona da oluyor. Londra'da çoğu devlet memuru gibi rutin, sakin bir banliyö hayatı yaşayan Thomas, müdürü altı aylığına Brüksel'deki dünya fuarına gitmesini isteyince, önce tedirgin oluyor; gözünün önünde karısı Sylvia'nın koluna girmiş, küçük bebekleri Gill'in arabasını iterek parkta gezindikleri bir saadet anı beliriyor ve bunu kaybetmekten korkuyor. Fakat birkaç saat içinde aslında bu rolden kaçmak istediğini de hissediyor. Brüksel'e gittiğinde, birdenbire oradaki herkes gibi macera arayan, yakışıklı, genç bir adama dönüşüyor ve bambaşka bir hayat yaşıyor. Asıl sorun Sylvia'yı sevmemesi ya da fuardaki kadınların karısından daha genç ve güzel olmaları değildir. Thomas'ı büyüleyen, şahsında ortaya çıkan değişimdir. Merkezi Enformasyon Dairesi'nin suskun, utangaç metin yazarıyla, Brüksel pavyonundaki Britannia Pub'ın işleyişini idare eden çapkın, yakışıklı Thomas aynı kişi değildir. Jonathan Coe bu çok olası kişilik bölünmesini felsefi bir mesele haline getirmeden ama romanın merkezinden de uzaklaştırmadan büyük ustalıkla tartışıyor.

 

Kapalı grupların geçirgenliği

 

Merkezi Enformasyon Dairesi'nin suskun, utangaç metin yazarıyla, Brüksel pavyonundaki Britannia Pub'ın işleyişini idare eden çapkın, yakışıklı Thomas aynı kişi değildir. Jonathan Coe bu çok olası kişilik bölünmesini felsefi bir mesele haline getirmeden ama romanın merkezinden de uzaklaştırmadan büyük ustalıkla tartışıyor.

 

 

 

Expo 58'in diğer bir başarısı da karşılaşmalar üzerine düşünmeye sevk etmesi. “Öteki”ni tanımamaktan, bilmemekten, karşılaşmamaktan kaynaklanan nefret ve ayrımcılık, uzlaşma üzerine çalışanların son yıllarda çokça altını çizdiği bir konu. Günümüz toplumlarının en temel sorunlarından olan ötekileştirme, ırkçılık ve etnik şiddetle mücadelede, kapalı grupların geçirgenliğinin artırılmasının önemli bir araç olduğu düşünülüyor. Coe'nun hayranlık uyandırıcı bir araştırma sonucu kurduğu fuar atmosferinin de şüphesiz böyle bir hedefi var. Halkların bir süre yan yana yaşaması, bu arada farklılıklarını ve benzerliklerini görmesi, belki birbirleri hakkında daha iyi bir anlayışa varması. Fakat acaba gerçekten öyle mi oluyor? Altı ay boyunca aynı fuar alanında yatıp kalkan onca insan birbirlerini başlangıçta olduğundan daha iyi anlayabiliyor mu? 

 

Soğuk Savaş'ın dayattığı gerilim ve casusluk arka planı bir yana, lunapark izlenimi veren bu ortam, herkes için “gerçek hayatın ötesinde bir yerde” duygusu uyandırır. Karakterlerin haddinden fazla özgür ve cüretkar tavırlarının ardında da bu “pilot bölge”nin etkisi vardır. Öte yandan, tüm ilişkiler kaçınılmaz olarak şüpheli sadakatler ve örtülü amaçlarla gölgelenmiştir. Dostlukların arkasında bir çıkar ilişkisi, romantik yakınlaşmaların özünde bir samimiyetsizlik vardır. “Britannia sahte bir şeydi: Tüm diğer ülkelerin kendi ulusal kimliklerinin sahte vizyonunu yansıttıkları sahte bir ortama nakledilmiş, İngiltere'nin sahte bir görüntüsünü yansıtan sahte bir pub. Belgique Joyeuse'müş! Sahte! Tıpkı Oberbayern gibi! Sahte! Tepeden tırnağa suretlerden inşa edilmiş bir dünyada yaşıyordu. Ve bu konuda ne kadar düşünürse, çevresindeki her şey ona biraz daha hayali ve gelgeç görünüyordu.”

 

Thomas 2009'da, fuarın kapanmasından 51 yıl sonra, ilk defa olarak yeniden Brüksel'i ziyaret eder. Fuar alanındaki sahte bulduğu pavyonların Belçika'nın dört köşesine, hatta Avrupa'nın dört bucağına dağılmış, hâlâ başka amaçlarla kullanılıyor olmasına şaşırır. Çek pavyonundaki Praha Restoran sökülmüş, Prag'ın Letna Parkı'nda yeniden bir araya getirilerek, önce restoran sonra da resmi daire olarak kullanılmıştır. Alman pavyonundaki Bavyera usulü meyhane, Oberbayern Antwerp'e taşınmış, bir sürü farklı şey olduktan sonra bir Çin Lokantası'na dönüşmüştür. Zamanın geçişi eşya üzerinde değişime ve hasara yol açmakta, ancak her şeye rağmen kimi şeyler aynı kalmaktadır.

 

Bu arada kitabın kapak tasarımı, kağıdı vd özellikleri bu çok iyi romanı okuma keyfine keyif katıyor. Gül Çağalı Güven'in çevirisi de her zamanki gibi çok iyi.

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.