Size dünyaca ünlü Mona Lisa’nın o kadar da sakin bir geçmişi olmadığını söylesem? Bu nadide tablo yakın geçmişte büyük bir badire atlattı. Birtakım kişiler tarafından uzun süredir evi olan Louvre Müzesi’nden kaçırıldı! Takvimler 21 Ağustos 1911’i gösterirken Louvre Müzesi’nin bir çalışanı olan Vincenzo Peruggia, Mona Lisa’yı paltosunun altına sakladı ve sanki her şey yolundaymışçasına müzeden çıktı. Fakat bu büyük soygunun ardındaki asıl beyin Vincenzo değildi, o sadece bu koca oyun içindeki minik bir piyondu. Bütün bu tezgahın ardında gizemliden de öte şaibeli bir adam vardı: Valfierno.
Martin Caparros imzasıyla ve Nail Kitabevi etiketiyle çıkan Valfierno, Mona Lisa’nın bu akıllarda yer eden kayboluş öyküsünün ardındaki beyne, Eduardo de Valfierno’ya odaklanıyor. Eduardo de Valfierno hafife alınacak bir kişi değil, hatta tam bir hilebaz. Kendisini Marki olarak tanıtan bu adam esasen profesyonel bir hırsızdan başkası değil. Martin Caparros da işlediği bu suçun bütün çılgınca ayrıntılarını deşifre etmeden duramayan Valfierno’ya mikrofon uzatıyor. Valfierno da planını tüm ayrıntılarıyla anlatmaya epey hevesli; tıpkı takdir edilmeyi bekleyen tüm zeki suçlular gibi... Ki bu da dünya yüzündeki en büyük ikilemlerden biri olsa gerek; zekanızın meyvesi olan ustalık eserinizi size zarar vermemesi için sonsuza kadar saklamak mecburiyetinde olmak! Ama suçunuz bir kere ifşa olduktan yaptıklarınızdan bahsetmenin tadına doyum olmaz şüphesiz. Evet, itirafın tadı da bir başkadır.
İnsan düşünmeden duramıyor, ya şu an Louvre’da sergilenen Mona Lisa sahteyse?
Fakat bu, basit bir soygun hikayesi değil; Valfierno kimlikten kimliğe geçişleriyle bir fenomene dönüşürken, hikayeyi de farklılaştırıyor. Bollino, Juan Maria ya da Enrique Bonaglia…Tüm bunlar Valfierno’nun isimlerinden başka bir şey değil. Kimi zaman bir manastırda kendisinden şüphe duyan, kimi zaman politik bir hareketin içinde, kimi zaman bir genelevin muhasebesinde… Peki bir insanı tanımlayan en temel ögelerden biri ismiyse, sürekli ad değiştiren Valfierno aslında kimdir? Esasında o bir “hiç kimse”... Asıl kimliğini Valfierno’da bulan kimlik göçmeni bir adam bu. Belki bu yüzden de bu isim altında parlıyor. Ve Mona Lisa soygunu da onun ustalık eseri desek yanlış olmaz. Zira bu öylesine sofistike bir plan ki, Valfierno Mona Lisa’yı çalmakla kalmıyor, birçok alıcıyı da bu eşsiz eseri satın aldıklarına ikna ediyor.
Tüm bu olan biten içinde yazar ise kendisini bu geveze hırsızın dili olarak konumlandırmış. Gazetecilik geçmişi de olan Martin Caparros ikiye ayırdığı zaman akışı içerisinde biçim olarak röportajı kullanmış. Gerek bu röportaj formatı, gerekse yazarın sözünü sakınmayan sansürsüz anlatımı neticesinde ortaya bir nevi hiperrealist bir roman çıktığını söylemek mümkün. Adeta bir anti-kahraman olan Valfierno da, Caparros’un kaleminde ete kemiğe bürünüyor. Olanca kusuruyla önümüze serilen Valfierno bundan rahatsızlık duymak şöyle dursun, adeta kusurlarından mutluluk duyuyor. Sanki sistemin içinde bir kara delik gibi o, bütün etik değerleri içine çekiyor!
Martin Caparros’un romanı kendisini hemen ele veren bir hikaye değil. Her ne kadar akıcı bir dili olsa da kurgunun içinde yönünüzü yitirmek istemiyorsanız dikkatinizi vererek okumanız gerekiyor. Yaşmak Pusat’ın çevirisi de Caparros’un diline Türkçede hak ettiği karşılığı kazandırmış doğrusu. Uzun lafın kısası macera dolu bir kitap arayanlar için Valfierno doğru seçim! Fakat insan düşünmeden de duramıyor, ya şu an Louvre’da sergilenen Mona Lisa sahteyse?
* Görsel: http://murciano.deviantart.com/art/MONA-LISA-NEW-POP-315642491
Yeni yorum gönder