Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

D. Mehmet Doğan'ın Direnişi



Toplam oy: 144
D. Mehmet Doğan, dilimiz üzerinde devlet eliyle gerçekleştirilen yenileşme hareketlerinin Türkçeyi nasıl fakirleştirdiğini anlatırken şu örneği verir: “Yetiştirme-eğitim, terbiye-eğitim, tahsil-eğitim, tedris, tedrisat-eğitim, talim eğitim!” Dilde var olan birçok detay yok olmuş, yakın anlamlı kelimeler aynı kelime ile ifade edilir olmuştur! Bu ilginç örnekten sonra şunu söyler: “Türkiye öğretim sistemini, dilini düzeltmeden düzeltemez!”

1980’li senelerin ortalarında Karaman’da ortaokul öğrencisi idim. Ağabeyim Mehmet Harmancı’nın elinde bir kitap gördüm: Batılılaşma İhaneti. Yakın tarihimizden bahseden bu kitabı birkaç defa okudum. Çocuk yaşlarda okunan kitapların tesiri tahminlerimizin çok ötesinde olabiliyor. Bu kitap ve elbette zamanla bu kitabın açtığı başka eserler; tarihe, özellikle yakın tarihimize bakışımı etkiledi. Kitap kitabı açtı. Doğan’ın meşhur Türkçe sözlüğünü, dilimi geliştirmek niyetiyle yazmaya kalkıştım! Bu eserleri başka eserler izledi. Yazarın en son yayınlanan Türkçenin Cenaze Töreni (Yazar Yayınları, 2020) adlı kitabını okurken ortaokul senelerimi ve Batılılaşma İhaneti’ni yeniden düşündüm.

 

Bir öykümde “Yazıyoruz da ne oluyor?” demiştim. Öykücü Ali Işık da bana, gerçek hayattaki yazara, bu konudaki gerçek fikrimin ne olduğunu sormuştu: “Yazı dünyayı değiştirir mi?” demişti. Ben de Işık’a demiştim ki: “Yazıdan başka ne değiştirir?” Benim doğum yılım olan 1974’ten bir sene sonra yayınlanan Batılılaşma İhaneti, benim gibi daha nice okurun dünyaya, hayata, tarihe bakışını belirledi. D. Mehmet Doğan’ın adıyla bütünleşen bu yakın tarih analizi, daha sonraki nesillerin geçmişi algılama biçimini etkiledi.


Batılılaşmanın din, dil ve ırk çaresizliği
Otuzdan fazla kitap yazmış olan D. Mehmet Doğan’ın eserlerinin içerdiği alanlar, Atilla Mülayim tarafından “yakın tarih, sözlük, dil, seyahat, Mehmet Akif” olarak tasnif edilir. Son senelerde yazarın Türkçe hassasiyetine ilişkin eserlerinin sayısı artmıştır. Türkçenin Cenaze Töreni (Yazar Yayınları, 2020) de bunların sonuncusu. Kitabın alt başlığı “1. Türk Dil Kurultayı”. Bu konuyla ilgili belgelerin de yer aldığı eserde daha çok, 1930’lu senelerde dilimizle ilgili olarak yürütülen politikaların eleştirisi yapılıyor. Doğan’a göre Cumhuriyet batılılaşmacılığı kendisini Avrupa ile aynılaştırmak amacına dayanan adımlar attı: “Cumhuriyet batılılaşmacılığını kültürel yapılanma konusundaki tutum alışlarına ve uygulamalarına bakarak, Avrupa ile aynileştirme yönünde çok keskin ve kestirme adımlar atmak şeklinde tarif edebiliriz. İlk adım, Batı ile en önemli farklılık -hatta çatışma- kaynağı olan ‘din farkı’nın giderilmesi yönünde atılmıştır.” (s.11) Laiklik başlığında toplanabilecek düzenlemeler din farkının bir şekilde giderilmesi amacına dönüktü.
Cumhuriyet batılılaşması ikinci safha olarak, yazara göre, Avrupa ile aramızdaki engellerden biri olan ‘ırki farklılığı’ telafi etmeye çalıştı. “1930’larda, Türklerin beyaz ırktan, … brakisefal kafataslı bir kavim olduğu neredeyse resmi görüş haline getirilmişti. Böylece Türklerin ırk olarak dahi eskiden beri Avrupalılar gibi ‘medeni’ olduğu ispat edilmek istenmiştir.” (s. 13) Bu dönem batılılaşma hareketlerinin üçüncü adımı ise Avrupa ile aramızdaki üçüncü engel olan dil farklılığını giderme yönünde atılmıştır. 1930’larda Türkçe’nin Hint-Avrupa dil ailesinden geldiği yönünde sözde bilimsel çalışmalar yapılmıştır. “Böylece Batıya verilen mesaj şudur: Din ayrılığını kaldırdık/ırkımız aynı/dilimiz menşede aynı! Sizin medeniyetinizi kabul etmekle kalmıyoruz, biz zaten temelde sizinle aynıydık…” (s.13)
Dil devriminin üç safhası
1930’lu senelerde Türkçenin “arılaştırılması”, aslında İslami çağrışımlar içeren kelimelerin dilimizden uzaklaştırılmasını amaçlayan dil devrimi çalışmaları Doğan’a göre üç safhada ilerler. Ya da dilimize zararları üç adımda gerçekleşir. Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın yeni nesiller tarafından okunamaz hale gelmesi, Cumhuriyet’in ilk dönem edebiyatçılarının okunmaz hale gelmesi ve üçüncü safhada ise, Cumhuriyet’in ikinci nesil edebiyatçılarının eserlerinin okunmaz hale gelmesi…
D. Mehmet Doğan, dilimiz üzerinde devlet eliyle gerçekleştirilen bu yenileşme hareketlerinin Türkçeyi nasıl fakirleştirdiğini anlatırken şu örneği verir: “Yetiştirme-eğitim, terbiyeeğitim, tahsil-eğitim, tedris, tedrisat-eğitim, talim eğitim!” (s.20) Dilde var olan birçok detay yok olmuş, yakın anlamlı kelimeler aynı kelime ile ifade edilir olmuştur! Bu ilginç örnekten sonra şunu söyler: “Türkiye öğretim sistemini, dilini düzeltmeden düzeltemez!”
1930 sonrasında devlet eliyle gerçekleştirilen Türkçeye ilişkin yenileşme girişimleri, elbette 20’nci yüzyıl boyunca sayısız kalem tarafından eleştirilmiştir. Ancak -bir okuyucu olarak gözlemimi söylüyorum- 1990’larla birlikte bu tür hassasiyetler de hassasiyet bildiren eleştirel yazılar da geri planda kalmıştı. Dikkatimi çeken husus, D. Mehmet Doğan’ın bu itiraz dolu sesi hiç kaybetmeden, dilimize verilen zararları haykırmaya devam etmesidir. Genç okurlarımıza bir tavsiyem var: Şu iki kitabı art arda okusunlar: Birincisi Geoffrey Lewis’in Trajik Başarı’sı (Paradigma Yayınları). İkincisi D. Mehmet Doğan’ın Türkçenin Cenaze Töreni. Bu iki kitap, dilimizin 20’nci yüzyıldaki dramatik macerasını gözler önüne seriyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.