Yapışkanlık alışkanlık yaptı mı, dikkat sarf ettiğiniz her anlam sizi telaşlandırır, ruhunuzda kuyu kazar. Sebepsizlik, hastalıktır çünkü. Takılıp kalır, varoluşunuzun mimarı ile mühendisi arasında tercihe gidememenin acısıyla simyanın efsanelerinde sürüklenir, kaybolursunuz. Akıl fezası, bilgi cezası barındırmakla mükelleftir. İnsan kendi aklının boşluğuna düştü mü öğrendikleri eziyete başlar. Her şey, her yer olur. Tek çalgı bir orkestraya, sıradan bir ot ormana dönüşüverir. Habisin kaderi sadece Shakespeare’in kaleminin ucunda değildir artık; cehennem diye ezberletilenin aslında maddeyle kurduğu bağlantı, kendisinin de bir madde olma çabasından kaynaklanır. Cennet uçucudur; cehennem ise şekil alarak büyür; gövdeyi işgal eder. Sıradan bir sevgi aşka, sonrasında da sıkıntı yaratan bir tutkuya, saplantıya yürürken sizi de peşi sıra götürüyorsa yapışkanlığın alışkanlığa geçişi hızlanmış, tereddüt içeriğini kaybetmiştir denilebilir. Fikrin zaptı zorsa da fikrin imgelenmesi hiç mümkün değildir bundan sonra. İmgelenmiş fikir, kanıtsız kalacaktır. Kimseyi ikna edememek, kimseyi inandıramamak, kimseyi yanına çekememek, dolayısıyla yalnız ve suçlu olarak adlandırılmak tevazu sayılamaz; ötekileşmenin başlangıcı öteye gitmek, ötede durmaktan yana olmak biçiminde de tanımlanabilir kimilerince; Solaris’teki okyanus sizi de avucunun içine almıştır; organikleşmeye eğilim gösteren bilinç sizden ayrı bir varlık olarak hayat kurmaya kalkışır. Yapışıp kalan, alışkanlığın müptezelliğe yükselmesinde işbirlikçidir şimdi. Sanatın sonsuzluğu da, soysuzluğu da bu minvaldedir. Suretin ne olabileceği üzerinde düşünmek belki kurtuluş olanağı sunabilir bu aşamada; ahlakın reddi veya ahlakın korumacı baskısının dışlanması, durağanlığınızın iptaliyle yeniden akışkan olma becerisini elde etmeniz arasındaki o ince karar sizi yapışkanlık/alışkanlık tekdüzeliğinden çıkartıp saydamlaştırabilir. Vücudunuzun saydamlaşması, geçirgenliğinizi de sağlayacaktır; böylelikle hatıraların sadece kayıt altına alınan verilere benzemesi sizi korkudan, devletten, kurumlardan, dinden, milli her türlü ıvır zıvırdan koruyacaktır. Akıl fezası açılacaktır. Bilgi cezası artacaktır. İçinizdeki meczup’u keşfetmeniz özgürleşmenizin işaretidir. Suret işte tam da odur.
Güzelliğin hortladığı rivayetiyle sığınaklara inen canlılar kalabalığında doğruyu bağıra bağıra söylerken bir puzzle’ın parçacıklarını kaybetmekten utanmak, ağlamak, sonra dans etmek, çok çok sarhoş olup dağılmak.
‘Kölelik kaldırılmadı ki; hâlâ aşk, hâlâ tanrı, hâlâ devletler yürürlülükte’ demişti bir şair. Ya da o şair bendim. Başka gezegenlerde canlı aramaya gitmek, çapkınlık için fırsat kollamaktan farklı mıdır mesela; hükmedebileceğiniz yeni evrenler aramak, zulmedebileceğiniz yeni varlıklar aramak, sömürebileceğiniz yeni kaynaklar aramak sizin açlığınızın, kendi kendinize yetememenizin işareti değil midir? Algınızın yetersizliği nedeniyle, ifade zorluklarına yenik düştüğünüzden hırçınsanız, ileri gidersiniz; kaçıştır aslında bu; uzaklaşıp plan kurma taktiğidir. Realizmden sürrealizme, dadaizme yükselen çıtada da kısmen bu uygarlık safsatasının parmağı vardır. Suçumuz, bulunmak istediğimiz her olay mekânında ‘yabancı’ diye tescil edilmek. Güzelliğin hortladığı rivayetiyle sığınaklara inen canlılar kalabalığında doğruyu bağıra bağıra söylerken bir puzzle’ın parçacıklarını kaybetmekten utanmak, ağlamak, sonra dans etmek, çok çok sarhoş olup dağılmak.
Su Polat’ın Lordum, Ben Bir Lolipopum adlı kitabını okurken bunları not aldım yer yer; çağrışımlar, gidip gelmeler, zaman zaman insanı darmadağın edecek yüksek sesli bir bir müzik parçası dinleme isteği uyandıran kısa fotoğraflar ve elbette metamorfozun girdabında dönerkenki manevi orgazm; Su, ritmik yazan bir yazar; doğaçlama yapabilecek kadar donanımlı, rahat ve bağımsız bir kalem. Altkültür diline yakın duranlar, Su Polat’la yolculuk yapmaktan memnun kalacaklardır.
Yüzümüzün yapışkanlığı, ellerimizin alışkanlığı ise eğer, sessizliğimizi ancak bir gün sadece kuvvetle bağlandığımız keşif duygumuz bozacaktır.
Gerisi, aynı aile içinde birbirlerine hiç benzemedikleri anlaşamayan dört kardeş, dört mevsim işte.
Yine harika bir eleştiri.
Yeni yorum gönder