Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Defter içinde kitap, kitap içinde defter



Toplam oy: 1100
Nazan Bekiroğlu
Timaş Yayınları
Bekiroğlu'nun romanlarının yeri bir başkadır; belki de bu yüzden denemeleri, onun romanlarına duyulan özlemi bir nebze gideriyor ama elbette onların yerini tutamıyor.

Kitapçıya girdiğimde, zarif kapağıyla ilgimi çeken Kelime Defteri'nin, çok kıymet verdiğim bir yazarın, Nazan Bekiroğlu'nun kaleminden çıktığını görüyorum. Bekiroğlu, hayatın penceresinden gördüğü manzaraya bakmaya bizleri de tebessümle davet eden bir yazar. Elbette bu nazik davete icabet etmek gerekir... İnsanların dilinden anladığı gibi, eşyanın da dilinden anlayan, şeffaf, kırılgan ama bir o kadar umutlu; yorgun ama bir o kadar da huzurlu; bir ağaç kadar güçlü şekilde köklenmiş bir yazarın kalemini izliyoruz bu kitapta. Yazar kimi zaman bu kaleme sitem de ediyor: "Ey kalem, nereye vardık ki ucun kırıldı..." Kimi zaman ise itiraflarını okuyoruz: "Ben artık düz cümlelerle konuşmak istiyorum."

 

Kelime Defteri, bir denemeler kitabı. İsmini, Nazan Bekiroğlu'nun ilkokula gittiği yıllarda öğretmeninin tutturduğu kelime defterinden alıyor. Öyle samimi bir dille yazılmış ki yazarın defterinin sayfalarını çeviriyormuş gibi hissediyorsunuz sahiden.

 

Bekiroğlu'na göre her yazar belli kelimeler etrafında dönüyor aslında. Ve defterinin ilk denemesinde şöyle ifade ediyor bu durumu: "Belki benim de etrafında dönüp durduğum elli kadar kelimem vardır. Şimdi ben de kendi kelimelerimi merak ediyorum ve onları bir araya getirerek cümle içinde kullanmayı deniyorum." Bir röportajında kendisine bu elli kelimeyi on kelimeye indirse, hangilerini seçeceği sorulduğunda da, "Aşk, ezel, zaman, insaniyet, empati, acı, şefkat, tabiat, fıtrat, dil" diye sıralıyor, ilk on kelimesini.

 

Kitap, "Yaşantı", "Kavram ve olgu", "Yazar ve eser", "Metin olarak film", "Ben artık düz cümleler kurmak istiyorum" adlı beş bölümden oluşuyor. Her bölümün altındaki denemeler, oldukça ince ayrıntılarla döşenmiş. Kitap, yazarın hem bir üniversite hocası olarak yaşadığı çeşitli anılarıyla hem de internet, sinema, müzik gibi ilgi alanlarıyla da tanışmamıza vesile oluyor. Kitabın içinde Çehov, Dostoyevski, Goethe, Halil Cibran, George Sand, Fuzuli gibi üstadlara da rastlıyoruz. 

 

Sadeleşme arzusu

 

Kelime Defteri, son zamanlarda yoğun bir sadeleşme arzusunda olan Nazan Bekiroğlu için bir dönüşüm niteliği de taşıyor gibi. "Bu kadarcık kitapla da yaşanırmış" adlı denemesinde bir kütüphane temizliği yapmasının ardından –ki buna bir nevi baca temizliği adını veriyor-, boş bir sayfa gibi olduğunu, yepyeni, sade, saf, hafif; yeni baştan hissettiğini ifade ediyor. Yine aynı denemede "Artık yeni birşey söylemek zamanının" geldiğini belirtip, "Şimdi artık sırtımı kalan kitaplara bile çevirerek göklere bakmak zamanı" diyor. Bir dönüşüm sürecine girdiğini belirtiyor. 

 

Kitabın kapanış denemesinde ise bir iç dökmeye şahit oluyoruz: "Ben artık şiir değil, sadece gerçeği istiyorum. Dümdüz cümlelerle yazılacak kadar belirginleşmiş olan sade, düz gerçeği. Boşlukları doldurmadan, yorum yapmadan, ‘yazmadan' yazmak istiyorum. Yalın gerçekleri, yalın cümlelerin sırtına yükleyerek söylemek istiyorum." Sonra da okuyucuyu -belki de kendisini- uyarıyor: "Düz cümleler dediysem, boş cümleler demek istemiyorum".

 

Bekiroğlu'nun romanlarının yeri bir başkadır; belki de bu yüzden denemeleri, onun romanlarına duyulan özlemi bir nebze gideriyor ama elbette onların yerini tutamıyor. Açlığı bastırıyor ama doyurmuyor. Sabırsızlıkla, gelecek yeni romanını bekliyorum.

 


 

* Görsel: Selçuk Ören

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.