Yakın bir zaman önce Asabiyeci adıyla yayımlanan novellası sayesinde bir kez daha andığımız Machado de Assis –ya da tam adıyla Joaquim Maria Machado de Assis– Latin Amerika edebiyatının öncü ve büyük yazarlarından biri... Yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1839 yılında Rio de Janeiro'da doğan Machado de Assis, iyi bir eğitim alamaz ama hem okumaya meraklı hem de dil konusunda yeteneklidir. Latinceyi bir rahipten, Fransızcayı göçmen bir fırıncıdan öğrenir. Bir kitapçıda çalışmaya başlar ve ilk şiirini de 15 yaşındayken yayımlar. Gazetelerde dizgicilik ve düzeltmenlik yaparken, bir süre sonra yazar kadrosuna girmeyi başarır. Okuyup yazdığı diller hanesine İngilizceyi de eklemesi Machado de Assis'in kariyerinin dönüm noktası olur. Gerçekten de Shakespeare, Lord Byron ama özellikle Laurence Sterne ve Jonathan Swift gibi yazarların Machado de Assis'in tarzına etkisi çok belirgindir. Yine bir dostun yardımıyla öğrendiği Almanca ise onu Alman felsefesiyle, Schopenhauer ve romantiklerle tanıştırır.
Gazete yazıları, tiyatro oyunları ve yayımlanan iki şiir kitabı Machado de Assis adını duyurur ama yazarına istediği şöhreti ve maddi rahatlığı sağlayamaz. O da popüler türlere yönelir ve yazdığı aşk romanlarıyla maddi anlamda rahatlayan Machado de Assis başyapıtını yazmak için rahat bir nefes alır. Nihayet 1881'de Mezarımdan Yazıyorum’u tamamlar. Ülkesine de kendisini kabul ettirmiştir. Böylelikle Machado de Assis, Brezilya Edebiyat Akademisi’nin kuruluşunda başkan sıfatıyla görev alır ve bu görevi (1897-1908) ölene dek sürdürür.
Uluslararası üne ise ölümünden çok sonra kavuştu Machado de Assis. İngilizceye 50’li yıllarla birlikte çevrilmeye başlayan romanlarıyla, kısa zamanda hak ettiği ilgiyi gördü, hakkında çok sayıda inceleme yayımlandı, kitapları filme çekildi. Yazarın 1882 yılında yayımlanan öykü koleksiyonunda yer alan "Asabiyeci"nin İngilizceye ilk çevirisi 1963 yılında gerçekleşmiş. Novella tarzında kaleme alınan bu hiciv dolu hikaye, 1970 yılında sinemaya uyarlandı, 2007’de ise –Fábio Moon ve Gabriel Bá tarafından– grafik roman haline getirildi. Grafik roman 2008 Prêmio Jabuti ödülünü kazandı.
Biz zaten Yeşil Ev’de yaşıyoruz
Yörenin tüm kentleri ve köylerinden şiddete eğilimliler, depresifler, takıntılılar, yani her cinsten, çeşit çeşit insanın yığılması sonucu hastaneye yeni koğuşlar eklenmesi gerekir.
Türkçeye daha önce Deli Doktoru adıyla çevrilen bu kısa romanda kendisini bilimsel çalışmalara adamış Dr. Simon Bacamarte’nin trajikomik maceraları anlatılır. Eğitimini Avrupa’da tamamlayarak Brezilya’nın Itaguai ilçesine yerleşen doktor, ruh hastalıklarını tedavi edecek evrensel bir yöntem keşfetmenin hayallerini kurmaktadır. Bu amaçla ilçe yöneticilerinin izniyle bir tedavi merkezi açar. Yeşil renkli pencereler Itaguai’de ilk kez görüldüğü için akıl hastanesine Yeşil Ev adı verilir. Kasabayı gururlandıran bu hastane kısa zamanda bir hapishaneye, giderek bir karabasana dönüşecektir. Yörenin tüm kentleri ve köylerinden şiddete eğilimliler, depresifler, takıntılılar, yani her cinsten, çeşit çeşit insanın yığılması sonucu dördüncü ayın sonunda, Yeşil Ev’de büyük bir topluluk oluşmuştur, hastaneye yeni koğuşlar eklenmesi gerekir. Önceleri bu durum kimseyi rahatsız etmez. Ancak bir süre sonra Simon Bacamarte, “normal”in biraz dışında yaşayan herkesi, hatta en yakınındakileri –mesela karısını– bile hastahaneye kapattırmaya başlayınca Itaguai sakinleri tedirginliğe kapılır. Öyle bir an gelir ki, işleri bozulan berber Porfírio önderliğindeki silahlı bir isyan hareketi kasabanın düzenini sarsar. Ne var ki iktidarı ele geçiren isyancılar Yeşil Ev’e dokunmazlar. Onların yerini alanlar da öyle. Hatta şöyle söyleyelim; her iktidar değişikliğinde çalışmalarını sürdürmekte, norm dışı gördüklerini sorgusuz sualsiz hastahaneye kapatmakta daha da özgürleşir Simon Bacamarte. Onu durduracak yegane kişi yine kendisidir.
Asabiyeci’nin deliliği değil, iktidarın delilik tarifini ve deliliğin toplumsal işlevini mizah yoluyla açığa çıkaran hikayesi Foucault’nun Deliliğin Tarihi isimli incelemesini akla getiriyor. Ama asıl akla gelen, hepimizin nicedir Yeşil Ev’de yaşadığı olacak! Bu noktada, deliliği benzer bir tarzda kullanan Aziz Nesin’i de anmadan geçmeyelim.
Hikayenin pek çok üçüncü dünya ülkesini temsil ettiği söylenebilir. Ancak Machado de Assis'in önemi, anlattığı hikayelerin içeriğinden ziyade benzersiz üslubundadır. Anlatıcı ile okuyucu arasındaki duvarı ortadan kaldıran şeffaf anlatımıyla okuyucusuna –neredeyse– doğrudan seslenen yazar, –yukarıda da belirttiğim gibi– pek çok inceleme ve eleştiri yazısının konusu olmuştur. Buna karşılık hakkındaki yorumlar çelişkilidir. Kimilerine göre kararlı bir gerçekçilik karşıtıdır o. Mezarımdan Yazıyorum’u kanıt gösteren bu tarz yorumlarda, anlamlı bir nesnel gerçeğin varlığını inkar eden yazarın gerçekçi anlayışın parodisini yaptığı söylenir. Karşı görüşte olanlar ise Machado de Assis’in gerçekçiliğini övüyorlar. Onlara göre yazarın yenilikçi tekniği (“hybrid” bir tarzla estetik öznelcilikle estetik nesneciliği birleştirmesi) gerçekliği çelişkileriyle birlikte sergilemesini sağlar. Bu sayede toplumun ikiyüzlülüğünü, sahtekarlığını, çatışma ve çelişkilerini çok iyi yansıtmıştır. Mezarımdan Yazıyorum ve Asabiyeci’de 1800’lü yıllar Brezilya’sına ve toplumuna bakışının gerçekçi ve eleştirel olduğunu düşünüyorum. Hikayedeki mizahın tonundaki acılık eleştirinin şiddetini artırmakla kalmıyor, Machado de Assis’in karamsar bakışını da ortaya koyuyor. Philip Roth'un değerlendirmesi ile bitirelim: “(Machado de Assis) büyük bir ironi sanatçısı ve trajik bir komedyen... Kitaplarındaki en komik anlarda, acıyı, bizi güldürerek vurgulamıştır. Beckett gibi, acı çekmenin ironisini yapmıştır."
* Görsel: Erhan Cihangiroğlu
Yeni yorum gönder