Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

DündenYarına // Kadın yazarların yazdığı kadın karakterler üzerine



Toplam oy: 496
Ayşegül Utku Günaydın
Metis Yayıncılık
Farklı okumalara açılan ve açılmayı sağlayacak bir bakış açısı...

Kadınlık Daima Bir Muamma, Metis’in Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi'nin en yeni kitabı... Kadın tarihi açısından önemli bir çalışma olmasının yanı sıra edebiyat eleştirisine de "kadınlık" okumaları üzerinden bir katkı sunuyor.


Osmanlı-Türk modernleşmesinin ilk dönemindeki kadın yazarların kadın karakterlerinde odaklanan ve otuz romandan yola çıkan Kadınlık Daima Bir Muamma’da, "kadınlık mefkûresi"nin yerleştirilmeye çalışıldığı özellikle II. Meşrutiyet'e kadarki süreç ve ardından modernlik tecrübesinin yerleşiklik kazandığı II. Meşrutiyet sonrası ve Cumhuriyet'in ilk dönemleri konu edilmiş. İlk dönem Osmanlı romanlarında cariyelerin konumundan ev içindeki yaşam alanlarının paylaşımına, modernleşen kadının bireyselleşerek kendi özgürlük alanını inşa etme serüvenine kadar kitap, kadınlık hallerini romanlar üzerinden bize anlatıyor. Üstelik bu anlatımda, "anne"lik meselesinden özgürlük mücadelesini vermiş kadına kadarki farklı kadın rolleri de zaman zaman erkek edebiyatçıların ve eleştirmenlerin yazdıklarıyla karşılaştırılarak veriliyor. Nitekim Ayşegül Utku Günaydın'ın önemli tespitlerinden biri de, Jale Parla'nın Babalar ve Oğullar adlı eserinde Tanzimat romanlarındaki genç erkek kahramanların –babasız olmaları sebebiyle– bir rol modelden eksik olmalarının imparatorluğun çözülüşüyle ve zihniyetle bağlantılarını incelemesi gibi Tanzimat romanlarında kadınlar tarafından kaleme alınan birçok romanda da kadınların annesiz kalmalarıdır. Burada erkeklerden farklı olarak kadınlar ev içinde onlara destek olacak birinin varlığından, sadece toplumsal koşullar konusunda değil, kişisel hayatlarında da onlara en büyük destekçi olarak gördükleri anneden mahrum kalmaktadırlar. Bu şekilde yalnızlaştırılan kadınlar, melankoli ve beden üzerinden anlatılırlar. Anne figürünün eksikliğiyle, olgunlaşmalarını da kendileri tamamlamak zorunda kalan kadınlar, daha da büyük bir yük ile karşılaşırlar. "Melankoliklik, kadınlık bağlamında çoğu zaman bir tavra ve uzlaşmazlığa işaret eden bir dil iken erkek karakterlerde gözlemlenen histeri, sevgi objesinden ayrı kalma ile başa çıkamayan bireyin, iradesinin giderek yok olması, rasyonellik bağının koparak benliğinin sevgi objesinin karşısında parçalanması sonucu dışa vurduğu ruhsal taşkınlıklar şeklinde yorumlanabilir." Melankoli kadınlar için baskılara direnmenin de bir yoludur; güçsüz düşseler de rasyonelliklerini kaybetmez ve mücadeleye devam ederler, ancak erkek karakterler histeriye tutularak rasyonel düşünme yetilerini de kaybederler.

Ayşegül Utku Günaydın'ın kitabındaki ilgi çekici tespitlerden bir diğeri de, "etkilenme endişesi" meselesine getirdiği yaklaşım. Nurdan Gürbilek, Kör Ayna Kayıp Şark ve Benden Önce Bir Başkası eserlerinde romanlarda kitap okuyan kadın karakterlerin etkilenmeye daha açık olduklarını, bunun da ahlaklarını bozabileceğinin düşünüldüğünü tespit eder. Ayşegül Utku Günaydın, Nurdan Gürbilek'in erkek yazarların eserleri üzerinden yaptığı bu tespitini kadın yazarlar üzerinden okuduğumuzda, etkilenmenin tersine döndüğünü Fatma Aliye'nin Muhadarat ve Emine Semiye'nin Gayya Kuyusu romanlarını örnek göstererek açıklıyor: "Gürbilek, Tanzimat romanında 'kadın, kitap, endişelenme' ilişkisinin daha çok ima yoluyla kurulduğunu ve kadınlara aşk, intikam, ihanet, intihar gibi kritik kararlarında hep romanların eşlik ettiğini söyler. Gayya Kuyusu'nda ise 'sakıncalı' bazı romanları okuyan kadının ahlakı bozulur düşüncesine karşı çıkılmıştır. Bir yanda odasına saklanan romanı okuyarak etkilenmesi ve baştan çıkması beklenen 12 yaşında bir genç kız yer alırken, diğer yanda olayların Safaî Bey'in kurguladığı gibi gitmemesi, yazarın okuyan kadın ile endişe arasında kurulan ilişkiyi eleştirdiğini gösterir. Gayya Kuyusu, Tanzimat romanlarında yer alan 'etkilenmiş kadın'ın ironisidir."


Kadınlık Daima Bir Muamma'da kadın yazarların kadın karakterleri üzerinden ortaya konan tespitler edebiyatımızdaki züppelik çalışmalarına, modernlik tecrübesinin aktarımına, eril düşünceyle baş etme yollarının edebiyatta meydana getirdiği stratejilere kadar farklı okumalara açılan ve açılmayı sağlayacak bir bakış açısı ortaya koyuyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.