Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Dünya bu kadar korkunç olamaz



Toplam oy: 1109
Halil Turhanlı
İletişim Yayıncılık
"Benimki de hayat mı" diye yakınıyorsanız bu kitabı okuyun ve usulca yerinize oturun. Halil Turhanlı, yazılmamış, aksine yaşanmış trajedileri ayağınıza getiriyor.

Merak ile ilgi arasındaki farklar hakkında düşünecek kadar tereddütte kaldığınız oldu mu hiç? Merak asla masumiyetini koruyamazken, ilgi zaten zaaftan kaynaklanan bir terbiyesizlikle koyun koyunadır. Merak doğrudan müdahaleyi daima hak görür, ilgi ise strateji geliştirir. Acaba hangisi yatay, hangisi dikey hareket alanı yaratır kendine?

 

Yanıt kolay gibi: Yatay ve dikey hareket alanı, deşarj sahası yaratan şüphesiz ilgidir; çünkü merak spiraldir ve daireler çizerek iç içe büyüyen kürelerle yol alır. Açarsak, ilgi yönelimle koşuttur; o yüzden iki boyutludur. O ve siz. Merak ise çevre koşulları, bilgi haznesi, tarihsel- sosyal ıvır zıvırla değişkenlik gösterdiğinden hacimsel bir reflekstir.

 

İnsanın başına her şey gelebilir. Bu bir uzay atasözüdür. Cephe oluşturmayan canlının merak ile ilgi arasında cebelleşmesi, heyecanını kontrol aşamasındaki dağınıklığı, konsantrasyon bozukluğu, cephenin zayıflığı ile ilişkilidir. Batıl inanç, semai din aynı kök bitkinin çiçekleridir yani. Kuşkuyu ortadan kaldıramadıkça, ilgi mi/merak mı ayrımını koyamadıkça iş çatallanır.

 

Fenden uzaklaşan canlı, faili meçhul bir gezegenin yeni kurbanı olur. O zaman cin de vardır, zombi de, vudu da, vampir de, melek de. Her şey birbirinin çekirdeğinde kanserojen endişeler, tapınmalar ve akla zarar rivayetler yaratır. Din o yüzden ölümcüldür; ölümden sonrası odaklı olduğundan günah-sevap çatışmalarını spoiler olarak ağzından kaçırırken subliminal mesaj aslında ölüm, ölmeniz gerektiğidir.

 

Düşünelim: “Gitti, bitti, yok, kalmadı, terk etti, ayrıldı, öldü vs.” Bunlardan hangisi hoşnutluk yaratır bizde? Eğer başlangıçta gizli tema sevgi değilse, hiçbirinin mutluluk vermeyeceği aşikardır. Eğer başlangıçtaki gizli tema umursamazlık ise, hiçbiri zerre tesir etmez. Anlaşılan o ki, eylemden önceki gizli tema algımızda değişiklikler yaratır. Eylemden önceki gizli temayı ise ya ilgi ya da merak katsayısı belirleyecektir.

 

Tam bunlarla uğraşırken

 

Cehaletin iktidar yarattığı bir cisimde yaşıyoruz. Evindeki devasa kütüphanenin habersizce görüntülendiği hiçbir devlet adamı tanımıyoruz artık. Duygulara yönelmiş partiler, üstünlük taslayan devletler, ajitasyona prim veren ideolojilerle ırkçılık, cinsiyetçilik arasında milyarlarca üyesi olan bir kabileye hükmetme arzusunu bastırmak için sanatla uğraşıyoruz kimilerimiz. Müzik o yüzden güzel. Resim o yüzden güzel. Şiir o yüzden güzel. Heykel ve mimarinin zaman zaman gitgelleri olmuyor değil: Tapınaklar, büstler bazen hâlâ o kafa karışıklığının tezahürü çünkü. Güce hizmet, güce şükran çünkü.

 

Tam bunlarla uğraşırken ansızın gelen haber tüylerinizi diken diken etmeye yetiyor: Öldürülüp gömüldüğü halde geri gelen birinden söz ediyorlar. Siyahi biri. Bir lanetin geç kalınmış paylaşımı için uzaklaşmamış henüz.

 

Tam bunlarla uğraşırken ansızın gelen diğer haber yüreğinizi ağzınıza getiriyor: Ömrünü çöllerde geçirmeye ant içmiş birinin garip öyküsü.

 

Siz “neler oluyor” derken bambaşka fısıltılar yayılmaya başlıyor birdenbire: “Vudu tanrıları yalnızlığa izin vermiyor/ Dans etmemizi tanrılar istiyor/ antipüritenler, kolonyalistler, şehir oligarkı, gris gris sesleri.”

 

Şimdi durum değişti; merak mı kurtarır bizi, ilgi mi? Acaba son bir şık var mı? Bu kadar ismi ve hayatı önemsemeden mi yaşadık – hatamız bu olabilir mi?

 

Halil Turhanlı, benim çok ama çok ciddiye aldığım biri. İleriki kuşaklar onun zaten var olan kıymetini daha da iyi anlayacaklardır – eminim. Ağırbaşlı meselelere yedirdiği maceraperest üslup, yeni kalemlere sürekli bir örnek teşkil ediyor. Onu okudukça hep bir şeyler öğrendim; kah sığ belleğimden utandım, kah “nasıl bir adam” diye varlığıyla övünç duydum. Tuhaf Günler Peşimizde bir roman, bir kurgu edasıyla başlayıp “yok artık” noktasına doğru gerçeklik kazanıyor; bu denli haylaz bir kitap. Büyüyü, sihri, akıl kaybetme çabalarını, varoluş kavgalarını hiç duymadığınız insanların hayatlarından süzüp ağıt tadındaki şarkılara, şiirlere taşıyor. “Benimki de hayat mı” diye yakınıyorsanız bu kitabı okuyun ve usulca yerinize oturun. Halil Turhanlı, yazılmamış, aksine yaşanmış trajedileri ayağınıza getiriyor.

 

 

 


 

 

*Görsel: Natalie Kate Pangilinan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.