Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Dünyanın tüm anaları



Toplam oy: 975
Birgül Özcan
Sel Yayıncılık
Sezen Aksu'nun "Ben Annemi İsterim" türküsündeki isyanın şehirli okumuş kadın üzerindeki etkilerini ve dellenmelerini okuyacağımız bir romanımız var artık.

Okumuş yazmış, diplomalı, entelektüel tecessüs sahibi, modern dünyayla problemli hatun kişilerden çalışmayı bırakıp anneliği tercih edenlerin yaşadıkları gelgitlerin hikayesinin yazılmasını ne zamandır bekliyorduk. Nitekim, yeni annelik diyebileceğimiz bir hayalet her yanımızı sarmış durumda. Küçük bir araştırmayla etkinlik annelerinden sağlıklı besleniyoruz annelerine, bebişimle çok mutluyuz annelerinden pasak şampiyonlarına, alternatif eğitimcilerden “çocuk da yaparım kariyer de”cilere geniş bir yelpazede bloglara, instagram hesaplarına, facebook sayfalarına denk gelmek mümkün. Çoğu da sosyolojik ve psikolojik birer vaka olan bu ruh hallerinin farklı tezahürleri ne zamandır hayatımızda. Ne diyelim, “evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı.” İşte, Sezen Aksu’nun Ben Annemi İsterim türküsündeki isyanın şehirli okumuş kadın üzerindeki etkilerini ve dellenmelerini okuyacağımız bir romanımız var artık: Ev Anası.

 

Ev Anası’nın yazarı Birgül Özcan da kitabın anlatıcısı Nur gibi Radyo-Sinema mezunu bir ev anası. Aynı isimli bir de blog yazıyor. Haliyle bu romanın hayli otobiyografik olduğunu söylemek için elimizde yeterince alamet mevcut. Romanın anlatıcısı Nur, Akiller Apartmanı meskunu olsa da komşuları gibi o da pek sakin değil. Reyting canavarı yüzünden televizyonu, editörünün hafiflik sevdası yüzünden de dergiyi bırakıp ev analığında karar kılmış. Apartman yöneticiliği yapıyor. “Kendine yazık ediyorsun, bir şeyler yazsana” diyenler için de apartman panosuna hikayeler, değiniler yazıyor. 

 

Romanın anlatıcısı Nur ev analığında karar kılmış. "Kendine yazık ediyorsun, bir şeyler yazsana," diyenler için de apartman panosuna hikayeler yazıyor.

 

 

Nur; modern yaşantıyla, gösteri toplumuyla, insanların beklentileriyle, gündüz kuşağıyla kavgalı. Sık sık heyheyleri geliyor ve geldiğinde de bizleri kendimizle yüzleştiren bir bombardımana tutuyor. Bu haliyle sıkı bir toplum eleştirisi sunuyor. Bir yandan da, her ne kadar aklı ona bırak dağınık kalsın, ev toplanmasın, gömleklerin kırışıklıkları açılmasın dese de, her Türk kadınının bilinçaltına ince ince işlenmiş ideal ev hanımlığından beklenenleri yerine getirmeye çalışıyor. Bu haliyle de Nur karakterinin kendisi bugün sıkça karşılaştığımız bir tipe karşılık geliyor. Çalışmayı değil de evde olmayı tercih etmiş fakat bu tercihinin gelgitlerinden mustarip bir tip. Bu özellikleriyle, nüfusu giderek artan bir insan tipinin yerli yerinde bir numunesi. Okurlar tarafından Nur’un çok sevileceğinden, kolayca empati kurulabileceğinden eminim. Hatta bu romanın bize sağladığı verilerle birden fazla sosyoloji ve psikoloji tezi çıkarılabilir.

 

Diğer yandan, bir roman olarak Ev Anası’nı bir erken doğum olarak görebiliriz. Nur üzerinden ilerleyen anlatı, komşusu olan her biri birbirinden otantik karakterlerle -özellikle de Nur’un annesiyle- renkleniyor. Anlatıya müthiş bir zenginlik ve derinlik kazandırabilecek bu komşular ve onların hikayeleri henüz olgunlaşamadan roman nihayete eriyor. Bir an önce sayıp dökmek için koşar gibi yazan Nur ile Birgül Özcan aynîleşerek roman da henüz doygunluğa ulaşamadan sonlanıyor. Ev Anası’nın bir ilk kitap olduğunu düşündüğümüzde yazara müsamaha gösterip diğer kitaplarını beklemek en iyisi gibi görünüyor. Zaten, Nur’un panoya astığı son yazıyı gördüğünüzde, Birgül Özcan’ın çok daha iyi romanlar yazabileceğinden ümitvar olabilirsiniz.

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.