Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Dünyanın yeni despotları: Çok uluslu şirketler



Toplam oy: 882
Ned Beauman // Çev. Algan Sezgintüredi
Domingo Yayınevi
Beauman'ın başarısı, bir yandan kolay okunan, merak duygusunu sonuna kadar diri tutmayı başaran akıcı hikayeler anlatırken, diğer yandan mevcut dünya düzenine sert eleştiriler getirmesinde saklı.

Ned Beauman, ilk romanı Boksör Böcek (2010) ile ülkesi İngiltere’de birden fazla ödül kazanmış, ikinci romanı Işınlanma Kazası (2012) ile de Man Booker Ödülü'ne aday gösterilmişti. 1985 doğumlu olan Beauman, 2013 yılında Granta dergisinin “En İyi 20 Genç Yazar” listesinde de yer almıştı. Türkçede yeni yayımlanan Glow (orijinali 2014 tarihli), Ned Beauman’ın üçüncü ve -şimdilik- son romanı. Bu romanında da hareketli, heyecanlı ama aynı zamanda küresel meselelere açılan bir hikaye anlatıyor.

 

Glow romanının kahramanı Raf, yirmi iki yaşında, Londra’nın güneyinde yalnız başına yaşayan, ufak tefek işlerde çalışan, müptelası olmamakla birlikte keyif verici maddelerden uzak durmayan, biraz ayrıksı bir tip. Uyku-uyanıklık ritim bozukluğundan mustarip. Normal insanlarda günlük ritim, dünyanın tam dönüşüne denk olarak yirmi dört saatken; Raf’ınki yaklaşık yirmi beş saat. Kısacası, zaman algısı normalden biraz farklı. Bir saalik farkın ne zararı var diyebilirsiniz ama bu fark bütün hayatını etkilemiş onun. Şöyle özetleyelim: “Bir zamanlar ailenin ilk üniversite mezunu olmayı ümit etmiş ama her dört haftanın yaklaşık ikisinde derslerde uyuklayınca liseyi bitiremeden okulu bırakmıştı. Doğru dürüst bir işte çalışamamıştı. Evlenebileceğini de düşünmüyordu. Hiç gerçek bir mesleği olmamıştı. Isaac, uyku bozukluğu destekçilerinin sayfalarına aynı dertten mustarip kız arkadaş için olta atmasını tavsiye ediyordu. Ama tamı tamına aynı döngüde yaşayan birinin çıkma ihtimali yok gibiydi.”

 

Yine de kendisine bir sevgili edinmiş; ama biz onunla tanışmadan altı hafta önce terk edilmiş. Bu süreyi “en kötü Çin malı amfetaminini çekip dibin dibine vurmuş gibi” geçirdikten sonra Londra’dan ayrılmaya karar vermiş. Doğduğu günden beri hiç ayrılmadığı şehre veda etmesine yirmi beş gün var. Tam bu sırada Mit FM adlı bir korsan radyonun -Raf’ın birkaç yakınından birisi olan- sahibi beyaz bir minübüsle kaçırılır. Hemen ertesinde Raf, bir kez rastlayıp çok hoşlandığı Cherish adlı genç kızın da beyaz bir minübüse bindirilişine tanık olur. Ancak tanıklıktan müdahilleğe geçecek ve kızı kurtaracak, aralarında böylece bir yakınlık doğacaktır. Cherish, Burma doğumlu bir ABD vatandaşıdır. Hikaye ilerledikçe ortada pek çok Burmalının ve tilkinin yaşadığının farkına varır Raf; ve ayrıca “glo” çiçeğinden elde edilen “Glow” isimli yeni bir uyuşturucu yayılmaktadır sokaklara... Hepsinin ortak noktası ise bir zamanlar Burma’da maden işletmeciliği yapan Lacebark isimli çok uluslu bir şirkettir. 

 

Birkaç gün önce, “kalbinin kırıldığı yerden bedenen kaçması gerektiğini hissettiği” için buraları terk etmek istemiştir Raf; “çünkü hissettiği boşluk sadece kendi içinde değildi, dışarıdaydı, taraf tutmaksızın şeylerin, her şeyin içindeydi, parmak arasından kayınca döne döne yere düşen sigara kağıdından tren istasyonundaki bilet makinesinin satış iptal olunca turuncu biletin üstüne bastığı boşluğa, boşluğa, boşluğa, boşluğa kadar her şeyin içinde.” Ancak şimdi bütün boşlukların içine sızmaya çalışan, bir zamanlar onca sevdiği yerlere tuhaf, belirsiz bir pusu püskürten Lacebark şirketi çıkmıştır ortaya. Raf, bu durumu engelleme, en azından engellemeyi deneme şansı olduğunu düşünür; şansını kullanmaya çalışacaktır...

 

Toplumla bağ kurmakta zorlanan tipler

 

Hikaye ilerledikçe ortada pek çok Burmalı’nın ve tilkinin yaşadığının farkına varır Raf; ve ayrıca glo çiçeğinden elde edilen Glow isimli yeni bir uyuşturucu yayılmaktadır sokaklara...

 

 

Ned Beauman, ilk romanı Boksör Böcek ile edebiyat kariyerine gerçekten parlak bir giriş yapmıştı. Işınlanma Kazası ilkinin düzeyini yakalayamasa bile Beauman’ın umut veren genç yazarlar arasına katılmasına yeterliydi. Her iki romanı da 1930’lu yıllarda geçen, uzak coğrafyalara yayılan, bilimsel ve teknolojik buluşlara dayalı hikayelerle kurgulamıştı. Söz konusu benzerlik kendisine hatırlatıldığında, üzerinde çalıştığı üçüncü romanı Glow’un tarihsel, mekansal ve türsel açıdan çok farklı olacağını söylemişti. Ne var ki, tarihsel dönem dışında, değişen fazla bir şey yok. İlkinde Almanya-İngiltere, ikincisinde İngiltere-ABD arasında gidip geliyordu hikayeler; Glow’daki olaylar ise İngiltere-ABD-Burma üçgeninde dönüyor. Hikayenin merkezinde de yine bilim ve teknoloji var. Sadece bilimin nesnesi değişmiş; yeni bir uyuşturucu türü olmuş. Roman kahramanını da “çeşitlendiremiyor” Beauman. Üçü de kaybeden karakterler; Boksör Böcek’in ve Glow’un kahramanları ender görülen hastalıkları nedeniyle toplumla bağ kurmakta zorlanan tipler. 

 

Beauman’ın başarısı, bir yandan kolay okunan, merak duygusunu sonuna kadar diri tutmayı başaran akıcı hikayeler anlatırken, diğer yandan mevcut dünya düzenine sert eleştiriler getirmesinde saklı. Boksör Böcek’in girişindeki yorumlardan birisi güzel özetlemiş: “Pis bir ideolojiyi neşeli hale sokmak ustalık ister ve Beauman bu konuda hiç tereddüt etmiyor.” Eleştirisinde didaktik hiçbir yan yok, çünkü eleştiri konusunu neredeyse romanın konusu haline getiriyor Beauman. Glow’da ABD kökenli dev küresel şirket Lacebark’ın çevirdiği dolapları izlerken, bu tür şirketlerin içyüzünü kolaylıkla açığa çıkarıyor: “Zaya, bir despotun aşağılanma ve ölme tarihinin ya da olmazsa halefininkilerin, iktidarı ele geçirdiği anda belirlendiğine inanıyordu. Tiranlıklar diğer tüm canavarlar gibi yaşlanır, güçten düşer ve aksardı. Ama bir tiranı, bir tiranlığı öldürmek, bir fili öldürmekse, bir şirketi öldürmek, bilinç sahibi bir mantar kolonisini öldürmekti. (...) Şirketler, hükümetlerin aksine sürüyorlardı. Ölmüyorlardı; etkindiler ve kendilerini yeniliyorlardı.”

 

Her üç romanında da atak ve özenli bir dil, ironik bir anlatım bulacaksınız. Ancak Glow’un uyuşturucu imalatına dayalı konusu gereği kimyasallar hakkında fazla detay var ve bu terminoloji biraz yorucu. Eğer genç bir yazarın ilk romanı olsaydı, daha az beklentiyle, Glow hakkında daha övücü ifadeler kullanabilirdim. Ne var ki Boksör Böcek, ilk olduğu halde, hâlâ Beauman’ın en iyi romanı.

 

 

 


 

 

* Görsel: Tayfun Pekdemir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.