Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Düşüşün hikayesi



Toplam oy: 812
Patrick McGuinness // Çev. Feride Nagehan Öztürk
Habitus Kitap
Patrick McGuinness, Son 100 Gün'de, filmi geriye sarıp Çavuşeskuların iktidarının yıkılmasına giden sürecin son demlerini anlatıyor.

16-25 Aralık 1989'da, Romanya Devrimi bütün ülkeyi harekete geçirirken bir dönemin de bitişini haber veriyordu. Çavuşesku'nun “kalkınma hamlesi” adı altında Romanya kaynaklarını sıfırlayarak uyguladığı politikalar ve “Halkın Sarayı” ismini verdiği yapının yoksulluğa rağmen lüksle donatılması, Romanya'da sokakları insanlarla doldurup taşırmıştı. Tabii 9 Kasım 1989'da yıkılan Berlin Duvarı, SSCB ve Demir Perde ülkelerindeki eylemler de Romanya'da fitilin ateşlenmesinde büyük rol oynadı.

 

16 Aralık günü, Temeşvar'daki eylemcilere Securitate'nin (Gizli Polis'in) müdahalesiyle olaylar büyüdü, Elena ve Nicolai Çavuşesku hedef haline geldi. 25 Aralık gününe kadar devam eden çatışmalar, iki saat süren mahkemenin ardından çiftin idam edilmesiyle son buldu. Nicolai, idama giderken, “Bu mahkemeyi tanımıyorum,” diyor, Elena'nın ağzından ise, “Ben sizin annenizdim, sizi biz büyüttük,” cümlesi dökülüyordu. İşte Patrick McGuinness, Son 100 Gün'de filmi bu andan geriye sarıp Çavuşeskuların iktidarının yıkılmasına giden sürecin son demlerini anlatıyor.

 

Sahte hayat

 

Aslında tüm bu yaşananlar, bir bakıma düşüşün hikayesi; Çavuşeşkuların, duvarın dibinde ölümüyle bitecek öyküdeki sonun başlangıcı.

 

 

Romanya, 1989'da, dışarıdan bakıldığında komünizmin hüküm sürdüğü bir Demir Perde ülkesi ama içine girildiğinde bir şeyler satın almak için uzun kuyruklarda bekleyen insanların göze çarptığı ve yokluğun tavan yaptığı, “Yoldaş Nicolai Çavuşesku'nun ülkesi” görünümündeydi. Üstelik 1989'un kıpırtıları, SSCB ve diğer Demir Perde ülkelerinden Romanya'ya ulaşmaya başlamış ve kulaktan kulağa yayılıyordu.

 

Bu dönemde, İngiltere'den Bükreş'e gelen anlatıcının dikkatini çeken en önemli şeylerden biri, Çavuşesku'nun Romanya'yı hızla mimari bir çöplüğe dönüştürdüğü. Bu nedenle özellikle Bükreş'e “kayıp gezintiler şehri” diyor. Parti yetkililerinden birinin kızı Cilea ise Romanya'nın unutulmuşluğundan, kimsenin ülkenin dertlerini bilmediğinden yakınıp anlatıcıyı da “meraklı bir turist” olarak niteliyor.

 

Anlatıcının ayırdına vardığı bir başka şey, insanların hissizleşmesine yol açan ve rejim ambalajındaki yalanlar. Bütün yayın organlarında yankılanan, Parti tarafından organize edilen sahte dünya, sokağa çıkıldığında gerçek olanla yer değiştiriyor. Büyük caddeleri boydan boya kaplayan Çavuşeskuların resminin bulunduğu pankartlar, adeta o yalanların koruyucusu gibi: “Rejim sahteliğin ticaretini yapıyordu: Sahte mallar, sahte para, sahte duygular. Bütün bunlar size mahremiyet yerine yalnızlık, toplum yerine kalabalıklar, cinsellik yerine üremeyi veriyordu.”

 

McGuinness romanda, Parti yetkililerinden uzakta yaşayan, normal bir hayat sürmeye çabalayan, beyin yıkama seanslarının aşırı çalışma saatleriyle desteklendiği, elektrik kesintileriyle bezeli günlerin ve emekli maaşını yettirmeye uğraşan halkın resmini çiziyor. Üstelik bunu, kitabın her bölümüne yeni karakterler ekleyerek yapıyor. O hamleler de her seferinde romanı biraz daha gerçekçi kılıyor. 

 

"İki kişi kalabalıktır"

 

Bugün Romanya'da, 1989'da yaşananların ABD, SSCB ve Fransa işbirliğiyle düzenlenen bir komplo olduğuna inanan ve o günlerde Devrim'i desteklediği için pişmanlık duyan bir kesim var; hatta iki saatlik mahkeme sonunda kurşuna dizilen Çavuşeskulara haksızlık edildiğini düşünenler de... Fakat ne olursa olsun, McGuinness'ın romanının satır aralarında yer alan yozlaşmanın, o dönemi çok iyi açıkladığı bir gerçek. Bu yozlaşma, Romanya için toplumsal patlamanın başlangıcına işaret ediyor. Belki, akıl tutulmasına veya körleşmeye neden olan bir aşkın son evresi de diyebiliriz 1989'un Romanya’sına. Kısacası kitapta, Bükreş başta olmak üzere, tüm ülkenin insani anlamda nasıl buz kestiği gözler önüne seriliyor.

 

Beri yandan sokaklar, protestocular ile Securitate arasında bölüşülüyor; bir tarafta sistemin eriyip gittiğini savunanlar öte yanda ise Parti rozetinden başka bir şeyle var olamayan ve aynı kartvizitle rüşvet toplayanlar... Securitate'nin baskısı, o günlerde bir sloganı beraberinde getiriyor: “İki kişi kalabalıktır.”

 

Çavuşesku ve Parti, güçlü görünmeye çabalarken halk, o zamana dek kendi üzerinde kurulan hakimiyeti kırmaya uğraşıyor. Aslında tüm bu yaşananlar, bir bakıma düşüşün hikayesi; Çavuşeskuların, duvarın dibinde ölümüyle bitecek öyküdeki sonun başlangıcı. Dolayısıyla McGuinness Son 100 Gün'de, kurguladığı olayların tarihiyle Romanya'nın yakın tarihini birlikte yürütüyor.

 

 


 

* Görsel: Onur Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.