Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Edebi bir kahraman olarak HIV pozitifler



Toplam oy: 974
On iki öyküden oluşan Bana Bi' Şey Olmaz!, HIV pozitife ilişkin soruları edebi bir yaratıcılıkla yanıtlıyor.

"Ben HIV pozitifim!" Kulağa korkunç geliyor... Ama bu cümle, her şeyin bitmek üzere olduğunu değil, yeni bir dönemin başladığını haber veriyor artık.

 

Tanımlanalı otuz üç yıl, Türkiye'deki ilk vaka görüleli yirmi dokuz yıl, virüsü ölümcül olmaktan çıkarıp kronik taşıyıcılık seviyesine indiren etkin tedavi bulunalı ise on sekiz yıl oldu. HIV ve AIDS, farkına vardığımız ilk günden bu yana ahlaksızlık, dram ve ölümle anıldı fakat bir tıbbi sendrom aslında.

 

Bu üstü örtülmüş, çoğu zaman geçiştirilmiş konuya, edebiyat el attı. On iki yazar, medyanın etiketlediği şekliyle "çağın vebasına" yakalananları konu alan öyküler yazdı ve bu öyküler bir kitap haline getirildi. İki HIV aktivisti ile bir yayıncının bir araya gelerek ortaya çıkardığı bu kitap, farklı hayatları deneyimleme ve korkularla nasıl yüzleşilebileceği konularında değişik bir örnek. Bu önemli konu, okurun empati kurması ve edebiyatın gücüyle tabu olmaktan çıksın isteniyor sanki.

 

Kitap, bir sosyal sorumluluk da taşıyor aynı zamanda. Önsöz'de, telif gelirlerinin tümünün Pozitif Yaşam Derneği'ne bağışlanacağı belirtiliyor. Proje Sorumluluları Arda Karapınar ve Engin İnan ile Yayın Yönetmeni Özlem Özdemir, kitaba destek veren edebiyatçılara bir çağrıda bulunuyor, bu konuda yazmaya devam edelim, diyorlar: "Her sene kasım ayında farklı yazarlar ve yeni öykülerle 'HIV Pozitif Öyküler' kitapları yayımlayalım. Çünkü açıkça belli ki okurun da edebiyatın da buna ihtiyacı var."

 

Ölüm ve acı yok

 

Öyküler, kitabın sayfaları arasında yaşayan karakter ve olayları; ötekileştirmiyor. Ölüm ve acı temalarını işlemeden, HIV konusunu "pozitif" bir dille ele almalarıyla dikkat çekiyor. Kitabın sonundaki "HIV/AIDS Hepimizi İlgilendirir" başlıklı bölüm ise okuru bilgilendiriyor. Bu bölümü okurken; sadece kitaptaki kahramanların derdi gibi görülen HIV pozitif durumu, hayata yaklaşıyor sanki. Okur, "Hepimizin başına gelebilir," gerçeğiyle yüzleşiyor bir anlamda.

 

Mesela Esra Türkekul'un "Hasta Dost" başlıklı öyküsünde; Haluk, takıntılı yakın arkadaşı Sedat'ı HIV pozitif olmadığı konusunda ikna etmeye çalışıyor. Arda Karapınar'ın "Kalbe Aşktan Başka Virüs Bulaşmaz" adlı öyküsü, bitmek üzere olan bir evlilik ve "günden güne berrak maviye varan bir ilişki" içindeyken sevgilinin "Ben HIV pozitifim" demesiyle değişenleri inceliyor. Evinin kapısını anahtarıyla açan ve mutfağında tanımadığı bir adamla karşılaşan HIV pozitifli kadın Narin'e ne demeli? Korku-merak-şüphe üçgeninde erimek üzereyken Freddie Mercury'nin kendisine bolonez soslu makarna yaptığını anlıyor. Esra Pekin'in "Farrokh ile Bir Gece" adlı bu öyküsünde Mercury, Narin'i teselli ediyor: "Tedavini aksatmadığın müddetçe yaşam suyu damarlarında akmaya devam edecek."

 

Bütün gece uykusuzluk çekip, ertesi günkü yürüyüşe katılmamak için bin dereden su getiren, dernekteki arkadaşlarını bir telefon mesajıyla eken HIV pozitifli, kararını değiştirip yürüyüş alayına katıldığında hiç de yalnız olmadığını görüyor. Bawer Çakır "Bir Adım" adlı öyküsünde HIV pozitiflere, Aretha Franklin'in şarkısıyla sesleniyor: "Hayır dedi hayır, özgür olmak için hiçbir zaman geç değil. Tek ihtiyacımız olan bir adım..."

 

Bir manolya koklamak

 

Öykülerin çoğunda, tıp mesleğini icra eden doktorlar ve hemşirelere yönelik tanımlamalar dikkat çekiyor. Kimi empatisi olmayan makineleşmiş hemşirelerden yakınıyor. Damla Yazıcı'nın "Manolya Getirin Bana Be!" adlı öyküsündeki Burçak ise HIV ile ilk tanışmasını şöyle anlatıyor.

 

"Geçenlerde, mesleğinin başlarında, genç ve yakışıklı bir doktor bana söyle dedi:

 

HIV pozitifsiniz.

 

Bir manolya koklamak istedim o an.

 

Sade ve ve tek bir manolya.

 

Ne bir çığlık attım, ne bir damla gözyaşı döktüm, ne mezarındaki annemi düşündüm, ne de evdeki şaşkın kedim Tatlı Nigar'ı. Hayatımda hiç görmediğim bir çiçeği... bir manolyayı koklamak istedim."

 

Işık hızıyla yabancılaşanlar

 

Koray Sarıdoğan'ın Dinçer Güneş'i ise hastalığının çetin döneminde kendisini terk eden dostu Orhan'a yazdığı mektupla okura içini döküyor: "Ben her zaman bildiğin Dinçer oldum aslında. Halı sahada maç yapan, her gün ofisteki işine gidip gelen, evlenmeyi otuzundan sonraya bırakıp hoş kadınlara onları küçümsemeden kurlar yapan ya da standart bilgilerle gelişigüzel siyaset muhabbetleri çeviren... Hepsi bildiğin Dinçer'di yani; işte bundan birkaç ay önce 'zengin gösteriyor' diye geyik yaptığımız kilolarını kısa zamanda kaybeden de bendim, üzerinde adım yazan sağlık raporlarında HIV taşıdığı söylenen de. Senin ışık hızıyla yabancılaşıp onca yıllık dostluğunu bir anda temize çektiğin adam da bendim. Değişmedim yani..."  

 

küçük İskender'in "Omlet" adlı öyküsündeki gizli eşcinselin, eşcinsel arkadaşı sabaha karşı yatağına yönelince söyledikleri ise, konuya ironi katıyor:

 

"Sabaha karşı odama girdiğinde, daha yatağa değmeden:

Hiç deneme dedim, Hastayım.

Ben de sana hastayım, dedi.

(...)

Ciddiyim, HIV'im ben, dedim.

Başucu lambamı yakıp yatağın kenarına ilişti:

O da ne be, dedi.

AIDS oğlum, dedim. Bulaşır sana da.

Kim bilir, İngilizce aid denen yardım kelimesini aklımca çoğul ekiyle büyütüp onu bu dünyadan uzak tutmaya uğraşmam eğlenceliydi birilerine göre; yardımın, yardımların ona bulaşmasını istemiyordum. Hasta değildim. Üstelik hematolojik bir rahatsızlığın sadece bize yüklenmesinden rahatsızdım. Tüm rahatsızlığım diğer rahatsızlığın yarattığı zeka oyunuyla ilgiliydi."

 

Oben Budak "Onun Gibi Biri" adlı öyküsünde sevgilisinden ayrılıp New York'a tatile giden reklam yazarı Kerim Tuncel'in, partide tanıştığı biriyle korunmadan cinsel ilişkiye girdikten sonra yaşadığı  korku dolu 72 saati anlatılıyor. Pucca'nın yazdığı bir sokak köpeği ile HIV pozitifli arasındaki dostluğu konu alan "Günebakan Çiçeği" öyküsündeki kadın, umudunu yitirmemiş yine de:

 

"(...) Bir cesaret testi yaptırdım. İyi ki de yaptırdım. Kaçmadım, yılmadım, vazgeçmedim. Bu kadar erken fark ettiğim için  ilaçları kullanarak hiçbir zaman AIDS evresine geçmeden, herkes kadar sağlıklı yaşayabilir, hatta HIV taşımayan bir bebek sahibi bile olabilirmişim. Sürekli tiroit ilaçları kullanmak zorunda olan insanlar var. Epilepsi hastaları mesela, bir arkadaşım vardı  her gün ilacını içmek zorundaydı. Ben de öyleyim artık. Biraz daha dikkat etmeliyim, o kadar."

 

Tolga Akyıldız ise "Pentimento"da konuyu, hoyrat bir baba ve ondan nefret eden kızı çerçevesinde işliyor. Gazeteci kızı bir gün babası, röportaj yapacağı adrese bırakmak ister ve kızının bir HIV pozitifle röportaj yapacağını öğrenerek küplere biner. "Meşhur Rock Hudson Cinayeti"nde ise Tuna Kiremitçi, arkadaşları tarafından Hudson'a benzetilen yakışıklı İshak'ı konu alıyor. İshak, benzetmeyi yapan iki arkadaşını da öldürüp hapsi boyluyor. Üstüngel Arı'nın "Önüm Arkam Sağım Solum Saklanmayan..." öyküsündeki HIV pozitifli Güven de, hastalığın yedi evresini Sümer Mitolojisi'ndeki yedi kapıya benzetiyor.

 

Kuşkulanıp hastaneye gelmiş bir kişiye; nasıl sen HIV pozitifsin, denir? O, bu durumda ne hisseder? Kendi kabullenişi, yakınlarına ilk söz edişi nasıl olur? Çevresine neleri haykırmak ister? On iki öyküden oluşan Bana Bi' Şey Olmaz!, bu soruları edebi bir yaratıcılıkla yanıtlıyor işte. Okura da tüm bu anlara şahit olmak düşüyor.

 

 


 

 

* Görsel: Meltem Şahin

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.