"Onsuz edilemeyen bir şeydir şiir, ama neden onsuz edilemez bir bilsem…" Jean Cocteau
Bilmeyi arzulamak, kendi kimliğimizi inşa ederken, daha önce az tanıdığımız birinin tedirginliğinden halas olmak çoğu zaman. Dilin bize biçtiği türlü çeşit kimliğin içinde öz olanı, gerçek ismini anımsamak…
Edebiyata Övgü, söz ve yazı tutkunlarının yakından takip ettiği önemli iki Latin Amerikalı yazarın, Carlos Fuentes ve Mario Vargas Llosa'nın, düşünme pratiğimizi çoğulcu bir yurda dönüştüren üç metnini bir araya getiren, yazı ile dile dair tüm edinim ve deneyimlerimizi temize çeken bir çalışma. Kitap, Mario Vargas Llosa'nın, 2001 yılında ABD'nin önemli yayın kuruluşlarından The New Republic'te yayımlanan "Neden Edebiyat" metni ile, 2010 yılında değer görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülü'nün Stockholm'deki töreninde yaptığı konuşmanın metnini, bununla birlikte Carlos Fuentes'in 2005 yılında Berlin Uluslararası Edebiyat Şenliği'nde yaptığı "Romana Övgü" adlı açılış konuşmasının metinlerini bir araya getiriyor.
"Neden edebiyat," sorusu ile Llosa, kendisi için önem teşkil eden konu başlıklarını, dil ve yazının problematiği haline getirken, okuru da sınırlar ötesi bir eylemin öznesi haline getirir. İmza ve söyleşi günlerinde sık sık kızı, eşi, sevgilisi ya da annesi için imza isteyen erkeklerin "kadınların edebiyata bayıldığı" vurgusunu dillendirerek bu vurgunun doğruluğu ve gerçek dışılığı hakkında fikir pratikleri yapar. Giderek okuma eyleminin kadınların bayraktarlığıyla devam ettiği tespitinde bulunurken, bu durumun hayalbazlığa kadınların meyyal olduğu şeklinde açıklandığını dile getirir. Ancak hiç kuşku yok ki Llosa bu resmi bizimle paylaşırken sözün dişi bir eylem olduğunu, onu maskülen olana yani yazı alanına çekenin de erkek olduğunun farkındadır. Zira kitabevlerinde, yazarların verdiği konferanslar ve okuma günlerinde dahası üniversitelerin beşeri bilimlere ayrılmış bölümlerinde, kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olması, edebiyatı erkeğin alanından çıkarma gayreti olarak, metnin bizlere sunduğu bir okuma imkânı olacaktır.
Llosa bu izlenimini okuyucu ile paylaştıktan sonra, edebiyatın gücünün yok sayıldığı ya da düşünce dünyamızın gizli kovuklarına sürgün edildiği bir yaşamın, nasıl bir tavır yoksunluğuna ve çölleşmeye sebebiyet vereceğine işaret eder. Üstelik biz okurlara her türlü sefaletine karşın dünyayı, zamanın ve sınırların önümüze kurduğu barikatları aşarak, büyük bir ormana çevirebileceğimizin imkânlılığını önerir. Bu öneriyi edebiyatın kaleleriyle yapar. Cervantes ile, Dostoyevski ile, Faulkner ile… İçimizde seslenen Dr.Jekyll'ı ve karanlığımızı kuşanan Mr.Hyde'ı anlamamızı, kim olduğumuzu ve olduğumuz kişiyi esenlikle kabullenmemizi salık verir, dilin ve düşüncenin zenginliğiyle.
Öte yandan teknoloji ve bilimde kat edilen mesafenin, edebiyatı ayrıştırıcı hatta bölücü deneylerle çoğaltmak yerine gettolaştıracağını ve yaprağıyla, dalıyla, ağacıyla birlikte duyumsayamadığımız bir uygarlık ormanının mutlaka farkında olmamızın şiirin, öykünün, romanın, tragedyaların varlığıyla mümkün olacağı konusunda uyarır okuyucuyu. Hem bunu yaparken Jean Cocteau'nun "bir bilsem" arayışının da yanıtını bulmuş gibidir.
Llosa bu metinde son olarak yazmanın bir form olduğunu Jorge Luis Borges, Franz Kafka, George Orwell üzerinden örneklendirir. "Borges'vari" denildiğinde, "Kafkaesk" ya da "Orwell'vari", dilin ve biçimin zenginliklerini, ustaların buluşlarıyla görme ve anlamamızın saadetinden bahseder.
Don Quijote'nin bahçesi
"Romana Övgü" adlı metniyle Carlos Fuentes ise, La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote'nin bahçesini gezerek okuyucuya edebiyat ve okuma pratiği sunar. Cervantes'ten günümüze modern roman formunun edebiyata, okuyucuya ön gördüğü olgunlaşma ve zenginliği şu önemli tespitle dile getirir. "Roman, Cervantes'in döneminden günümüze, hem yazarlığı hem de okurluğu çoğaltarak demokratik bir araç olmuştur. Benliğin, dünyanın, kendimle ötekiler arasındaki ilişkinin değişkenlik gösteren yorumlarının seçim alanı olmuştur." Bununla birlikte Fuentes, bu yaratıcı asilzadenin düşünme biçimini anlayabilmemiz için, Cervantes'in bağlı olduğu Erasmus geleneği ve Deliliğe Övgü'den de bahseder. "Deliliğe Övgü, tüm gerçeklerin kuşkulu olduğu, her şeyin bir belirsizlik denizinde yüzdüğü Erasmus'vari bir evrende dolaşan Don Quijote'nin övgüsüdür, böylece modern roman doğum hakkını kazanır." Böylelikle Fuentes okuyucuya, edebi bir metnin muğlak olma ayrıcalığı bulunduğunu da müjdeler.
Romana Övgü'nün belki de en harika ön görüsü Fuentes'in tarihin sonu ve uygarlıklar çatışması gibi iyi düşünülmemiş kavramlara getirdiği, hiçbir kelimesi unutulmayacak şu cümlelerindeki yorum ile parlar: "Ben, İberli, Yerli, Kırma, Siyah ve Melez, Atlantikli ve Pasifikli, Akdenizli ve Karayipli, Hristiyan, Arap ve Yahudi, Grek ve Latin bir kıtadan İspanyol dilinde yazan bir yazar olarak konuşuyorum. Eğer kendi kültürümün başarmış olduğu her şeye, ama hepsinden önce de amaçlarına, edinimlerine ve olanaklarına bağlıysam, bir uygarlıklar çatışmasında yaşadığımızı kabul edemem; çünkü kafamda canlanan tüm o uygarlıklar benim uygarlıklarım; çatışmıyorlar, konuşuyorlar, birbirleriyle konuşuyorlar…" Aynı ürpertiyi Yaşar Kemal'le, Yusuf Atılgan'la, Selçuk Baran'la, bir zamanlar kimin var olup kimin yok olduğu Anadolu için duyumsayarak…
"Okumaya ve Kurmacaya Övgü" adlı son metinde ise, Llosa okuyucularla kendi edebi serüvenini tarihselleştirerek halleşir. Onlara Peru'daki ve Avrupa'daki hayatı arasında bir fark hissetmediğini, sürgünlük ya da özlemin hasıl olmadığını dillendirir. Yazarak ve okuyarak dünyayı kendine yurt edinmiştir yazar. Ama öte yandan hem Peru'da hem Avrupa'da meydana gelen gelişmeler-askeri cuntalar, baskıcı rejimler- edebiyatın insanlık haysiyetine ve erdemlerine de sahip çıkan politik bir tavır, bir protesto olduğunu da kararlı şekilde savunur. Okumanın ve yazmanın aynı kalmak istemeyen, daima başka şeye dönüşen bir kendiliğin, yaşamın anahtarı olduğunu vurgular. Üstelik dünyalı olmanın, ölümlü olmanın ağırlığını sağaltacak en etkili yolun kitap okumaya devam etmek olduğunu hatırlatarak.
Edebiyata Övgü, yetmiş sayfalık, kısa soluklu ancak etkisi uzun zamanlara yayılan, edebiyatın farklı konu ve sorunlarıyla ilgili cümleler kuran, esin dolu bir çalışma. Celâl Üster'in de çevirisiyle, soluğumuzu edebiyatın ritmine bırakabilir, yaşama dair önerileriyle tazelenebiliriz…
* Görsel: Dilem Serbest
Yeni yorum gönder