Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Edebiyatta zoru sevenlere ziyafet



Toplam oy: 1309
Thomas Mann
Can Yayınları
Doktor Faustus, ortalama roman okurunun gerekli çabayı göstermeyi göze almadan pek yaklaşmaması gereken bir roman.

Thomas Mann'ın son büyük eseri Doktor Faustus'u İngilizceye çeviren Lowe-Porter, bu romanı, “Katedral gibi bir kitap,” olarak tanımlamış. Gerçekten de 20. yüzyıl edebiyatının en yoğun metinlerinden biri. Tarih, felsefe, teoloji, sembolizm ve müziğin iç içe bir nakış gibi işlendiği; kinayeler, alegoriler, metaforlar içeren bir roman. Bizim için en büyük handikap, romanın çevrilmesi ile sorunun bitmemesi; zira Almanca baskısının yorumlar ve notlar içeren 1200 sayfalık ek bir cildi var. 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki Alman ruhunu anlatan bu romanı Alman okurun anlaması için bile böyle bir desteğe ihtiyaç duyulurken, bizim halimizin harap olacağı aşikar. Mann'ın ayrıca Bir Romanın Hikayesi: Doktor Faustus'un Doğuşu adında bir kitap yazmış olduğunu da belirtelim.

 

Mann'ın muhtemelen uydururken çok eğlendiği isimlerdeki esprileri ve diğer referansları anlamıyor oluşumuz önemli bir sorun; bu, yayıncı tarafında ek bir çalışmayı gerektiriyor. Söz gelimi, anlatıcının ismi olan Serene Zeitblom aslında rastgele bir seçim değil, anlatıcı rolüne ve karakterine gönderme var; veya Schleppfuss, ayak sürümek gibi bir anlamı var. Ya da 80. sayfada Türkçeye “ça-yır-lar” olarak çevrilmiş olan sözcüğün orijinali “Wiesengrund” olmalı. Zira Mann, California'daki sürgün yıllarında bu romanı Theodor W. Adorno ile yakın işbirliği içerisinde yazmış, onun henüz yayımlanmamış olan Yeni Müziğin Felsefesi adlı çalışmasından çok yararlanmıştır. Romanda Adorno'ya açık bir ithafta bulunmaz ama küçük bir şaka ile, yani ikinci adı Wiesengrund'u kullanarak bir selam çakar.

 

 

Hikayeye yavaş yavaş sızan şeytan

 

Hikaye, kahramanımız Adrian Leverkühn'ün çocukluk arkadaşı Zeitblom tarafından 1943-1946 yılları arasında Almanya'dan aktarılmakta, hem o günleri hem de geçmişi anlatmaktadır. Tıpkı Büyülü Dağ'ın karakterleri Settembrini ve Naphta'ya gibi, ismi “huzurlu/durgun” anlamına gelen hümanist Serene ve trajik Leverkühn kişilikleri, Alman karakterinin ikiliğini yansıtır: Bir yanda Apolloncu akıl, demokrasi, ilerleme; öte yanda Dionysosçu tutku, trajedi, kader.  Mann otobiyografik benzerlik konusunda ise şöyle yazar: “Zeitblom benim parodim. Adrian'ın ruh hali ise düşünülebileceğinden çok daha fazla bana yakın.”  

 

Anlatıda bir dâhinin ilk eğitiminden üniversiteye ve sonra besteciliğe uzanan süreçteki entelektüel gelişimini izleriz. İlk önemli besin kaynağı özel müzik hocasıdır; sadece müzikle değil, edebiyat ve felsefeyle de tanıştırır onu. Üniversitede teoloji okumaya başlayan, ayrıca matematik ve müzikle de takıntılı bir şekilde ilgilenen Leverkühn sonunda müzikte karar kıldığında kendisine hedef olarak en büyük müzik eserini üretmeyi koyar.

 

Şeytanın hikayeye yavaş yavaş sızması önce Lütherci bir teoloji profesörünün, sonra da din psikolojisi dersi veren Mefisto kılığındaki Schleppfuss'un sahne almasıyla gerçekleşir. Leipzig'e gittiğinde ise şeytan bu kez bir turist kılığında onu Esmeralda ile karşılaşacağı geneleve götürecektir. Genelev sahnesi birebir Nietzsche'nin yaşamından alınmıştır, önce kaçacak ama sonra frengi mikrobunu kapacaktır. Leverkühn Faust, Nietzsche ve meşhur besteci Arnold Schönberg'in bir sentezi gibidir. Mann, Schönberg'den ve Armoni Kuramı kitabından çokça yararlanır, romanda uzun uzun anlatılan müziksel yenilikler de ona aittir;  ancak romanın ilk baskısında bir ithafta bulunmaz. Schönberg'in sitemleri üzerine daha sonraki baskılarda son sayfaya bir not ekler.

 

Leverkühn İtalya'da küçük bir köyde iken karşılaştığı şeytanla bir anlaşma yapar, bu amacı karşılığında ruhunu satar. Bu pazarlığın anlatıldığı 25. Bölüm, Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'deki “Büyük Engizisyoncu bölümü” ile büyük bir benzerlik gösterir. Şeytan kaos istemektedir, tanrının yarattıklarının ve insanın ölümsüz ruhunun ölümünün peşindedir.

 

Kahramanımız pazarlık sonucu ölümsüz müziğini yarattıkça insani niteliklerini en başta da sevme ve sevilme yetilerini kaybedecek, bu anlaşmadan kaçmaya çalıştıkça da sevgi nesnelerinin kendisinden uzaklaştığını, adeta tahrip olduğunu görecektir. Veya tersinden söylenecek olursa, dehası kötülükle beslenecektir. Leverkühn'ün aşktan vazgeçmesi karşılığında dehasını gerçekleştirme olanağı bulacak olması Wagner'in müziksel draması Das Rheingold'daki cüce Alberich'e bir göndermedir. Sonuçta ortaya çıkan kurgusal beste “Dr. Faustus'un Ağıdı” ise, Ernst Krenek'in Lamentatio Jeremia Propheta’sına; şeytanla buluştuğu yer olan Palestrina ise, Hans Pfitzner'in Palestrina isimli operasına göndermede bulunur. Çocuk ölümünün ise Mahler'in kızının ölümünden esinlendiği söylenir.

 

Leverkühn'ün kişisel tarihi, artistik gelişmesi, Alman politik ikliminin değişmesi hepsi anlatıcı Zeitblom'un anlatısında birbirinin içine geçer, anlatanın zamanı ve anlatılan zaman (ve elbette okuyucu olarak bizim zamanımız da girer işin içine)  katmanları ile zengin bir sembolik ağ çıkarır ortaya. Alman ulusu da Birinci Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgi ve onu takip eden ağır ekonomik ve toplumsal çöküş sonrasında kendisine bin yıllık bir güç ve zenginlik vaat eden Hitler'in kişiliğinde ortaya çıkan şeytana ruhunu satmaktadır. Bu anlaşmanın sonucu Almanya’nın yıkımı olacaktır. Ancak roman salt bir politik alegori olarak değerlendirmek yanlış olur; sanatsal yaratım süreci, yaratıcılık ve sanatçının yaşamı da eşit ölçüde ağırlık taşıyorlar. Doktor Faustus'un önemi tam da bu noktada, çok katmanlılığındadır.

 

Mann'ın cevap vermediği, kimi olası cevaplarını ise elediği ana soru şudur: İyilik ve anlam dolu bir hayat yaşayabilir miyiz? Bu soru önemini ve aciliyetini muhafaza ediyor.

 

Mann'ın bu devasa kalkışmasının en fazla eleştirilecek yanı, müziği dil ile ifade etmeye kalkışması. Doktor Faustus, ortalama roman okurunun gerekli çabayı göstermeyi göze almadan pek yaklaşmaması gereken bir roman. İyice anlaşılmaz, oldukça uzun olan müzikle ilgili bölümler bir yana (çok zorlanıldığı takdirde, salt müziğin anlatıldığı sayfaları atlayarak okumak romanı çok eksiltmeyecektir) felsefi tartışmaları anlamak da sağlam bir altyapı gerektiriyor. Edebiyatta zoru sevenleri ise bir ziyafet bekliyor. Zehra Kurttekin'in çevirisi çok başarılı.

 

 

 


 

 

Görsel: Harry Clarke

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.