Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Eleştiride büyük hamle: Tehlikeli Dönüşler



Toplam oy: 812
Orhan Koçak
Metis Yayıncılık
Tehlikeli Dönüşler, oldukça iddialı bir kitap. Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’i merkeze alarak yeni bir okuma önerisi sunuyor. Ayhan Geçgin ile Yusuf Atılgan’ı birlikte düşünüyor.

Orhan Koçak, Türkçenin büyük eleştirmenlerinden/denemecilerinden. Yazdıklarıyla her daim zihnimizi açan, edebiyata bakışımızda yeni yollar, kavşaklar yaratan; klişe haline gelmiş birçok unsuru alaşağı eden fikirlerle eleştiri tarihinin yönünü değiştiren biri. Türkçenin bir diğer büyük eleştirmeni/denemecisi Nurdan Gürbilek ile birlikte, edebiyata bakışımızda bize yeni bakış açıları kazandırıyor, ilham veriyor Orhan Koçak. Ben, Koçak ile Gürbilek’in yazdıklarını deneme olarak nitelendirmenin abes olmayacağını düşünüyorum. Deneme yazarı biraz şair biraz da filozoftur. Tabii bunların her ikisi de eleştiriden ari değildir.



Orhan Koçak, bir süredir arka arkaya eserler yayımlıyor. Turgut Uyar ve Başka Şeyler’in ardından şimdi de, yazılmakta olduğu kulaktan kulağa yayılmış ve küçük bir kısmı da daha önce Duvar dergisinde yayımlanan Tehlikeli Dönüşler çıktı.



Tehlikeli Dönüşler, oldukça iddialı bir kitap. Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’i merkeze alarak yeni bir okuma önerisi sunuyor. Ayhan Geçgin ile Yusuf Atılgan’ı birlikte düşünüyor: “Atılgan’ı okumuş mudur Geçgin? Bunu bilemeyiz; üç romanda ve özellikle Gençlik Düşü’nde birtakım açık ve örtük edebi, felsefî göndermeler var ama Atılgan’la ilgili bir çentiğe rastlanmıyor. Öte yandan, yazarlarından bağımsız olarak kitapların da birbirini okuduğunun, çekiştirdiğinin bilindiği bir dönemde yaşıyoruz. Geçgin’in romanlarının yaptığını da şöyle tanımlayacağım: 1959’da çıkmış bir romanın o dönemde çok kısmi, çok tekil, çok mahalli/dönemsel görünen meselesini kendi coğrafi ve zamansal sınırları dışına çıkarmakla, Atılgan’ın yapıtını hem yok ediyor, ‘ilga ediyor’ hem de böylece ilk kez evrenselliğine eriştiriyor.”



Koçak, Atılgan ile Geçgin arasındaki ilişkiyi bu şekilde anlatmayı seçerek bir öncelik ve sonralık ilişkisi sırasından ziyade metinlerin birbirleri arasında birçok yönden nasıl konuştuklarını ve kimi zaman Atılgan’ın kimi zaman Geçgin’in aynı zaman diliminde olmasalar bile birbirlerine cevap verebildiklerini gösteriyor: “Kitaplardan çok, aralarındaki ilişkiler vardır. Geçgin’in adamının sonunda bir kez daha baktığı hayatında saptadığı o ‘boşluk’ olmasaydı, çoktan geçip gittiği halde hâlâ orada duran bu boşluk temsil edilmeseydi eğer, bir de Aylak Adam’ın merkezinde bir yazılamayan yapıtın bulunduğunu fark etmeyebilecektik. (…) Yine: Gençlik Düşü olmasaydı, Aylak Adam’ın tam ortasında, ‘yazılamayan eser’ gibi bir boşluk, bir delik olduğunu fark etmeyebilecektik biz.”



Düş kırıklığı romanı ile soyut idealizm romanı arasındaki ilişki, sonrasında bunların sanatçı romanıyla ilişkisi, kavramları tanımlama çabasının ardından Aylak Adam’ın ve Ayhan Geçgin’in eserlerinin nerede konumlanacağını açıklamaya girişen Koçak, hem kavramlarla tek tek uğraşarak hem de kavramların tanımlamayla sınırlandırdıklarının dışına taşanlarla yeni bir sorgulama yöntemi benimser. Bu sayede verili olan sınıflandırma ve kavramlar yetersiz geldiğinde bir okur/araştırmacı/eleştirmen/(hatta) edebiyat tarihçisi olarak nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusuna da değinmiş olur.


Koçak’ın Aylak Adam ve Geçgin’in eserlerini (en çok da Kenarda’yı) okumasının temelinde arzu kavramı yer alıyor. Arzu kavramının Freud’dan Lacan’a ve Deleuze’e kadar izlediği yolda ikisi arasındaki farklılığı arzu ve dürtü üzerinden kuruyor: “Arzu bizimmiş gibidir, ayrı ayrı her birimizin. Dürtüyse yine her bir kişinin özel tarihinden aldığı işaretlerle çalışsa bile, Geçgin’in saptadığı gibi (‘benden önce başlamış olan bir hareketin benden geçen bir devamıydım’) kişiyi, özeli ve ‘içselliği’ aşan (ya berisinde kalan) bir harekettir.”



Tehlikeli mi? Tehlikeli

 


Koçak, Atılgan’ın Aylak Adam romanını ilk kent romanı olarak ilan ediyor. Ardından bu roman ile Geçgin’in eserlerini karşılaştırırken kentin, kent içindeki coğrafi alan seçiminin, emek süreçlerinin sergilenmesinin ve bu süreçlerin anlatımına geçiyor. Burada psikanaliz ve Marksist ekonomi-politiğin araçlarından, açmazlarından, açmazla nasıl baş edileceğinden örneklerle, metinlerdeki zaman kullanımlarının anlatım tekniğiyle arasındaki ilişkiye değiniyor. Bu şekilde sadece birkaç farklı açıdan bir okuma; önce tek tek meselelerde odaklanıp ardından bunları birleştirerek aralarındaki ilişkileri her seferinde yeniden kurarak ilerliyor Tehlikeli Dönüşler. (Tehlikeli mi? Tehlikeli.) Tıpkı Geçgin’in eserlerindeki sarmallık ve dönüşler gibi Koçak’ın üslubunda da kavramları ve eserleri daha önceki okumalarıyla, bu okumalardaki meselelerle, kendi okumaları arasındaki ilişkileri göstererek dönüşler gerçekleşiyor. Eser boyunca Koçak’ın üslubuna hâkim olan “ama” bunun açık göstereni. Her bir iddianın ardından açılan “ama”lar ile, ki bunların çoğunun paragraf başlarında kullanıldığı da unutulmamalı, bir teze başka bir açıdan bakarken etrafında dolaşmakla kalmayıp şimdide nerede konumlandığına geliyor.



Tehlikeli Dönüşler, “Olay ânıyla kayıt ânı arasındaki mesafeyi silmeye ve böylece kayıtçı etkinliğini gizlemeye çalışan” Geçgin’deki “-yordu” kipinin –Koçak’ın adlandırmasıyla “deneyim edebiyatı”nda– nesnel ve öznel deneyim tasarımlarını nasıl yarattığı konusunda Türkçede an ve şimdi meselesinin şiir ve düzyazı arasındaki duraklarında dolaşarak ancak bunu yine bir öncelik ve sonralık halinde değil Walter Benjamin’in takım yıldızları’ndan ilhamla bu dolaşmayı, takım yıldızına çevirerek yapar. 

 

Sekiz bölümden oluşan kitapta her bölümde bir mısra veya dizeyle anlatılacakların aktarılması, bunların neredeyse tüm bir bölümün yükünü taşıyan, anlamını içinde barındıracak bir şekilde seçilmesi Tehlikeli Dönüşler’i okumayı son derece zevkli kılıyor.

 

Koçak, Tehlikeli Dönüşler’de yöntemini Aylak Adam ve Geçgin’in eserlerindeki (Uzun Yürüyüş hariç) yürüme, dolaşma, düşünme ve dönmesine paralel olarak kurmuş. Bu eserlerdeki dönüşler Koçak’ın dönüşleriyle birleşmiş. 

 

Tehlikeli Dönüşler, üzerinde uzun yıllar konuşulacak, tartışılacak son dönem Türkçe eserler üzerine yazılanlar arasında önde gelen kitapların başını çekiyor. Sadece Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’in eserleri hakkında değil Türkçede üslup, zaman, anlatım tekniği, kent ve kahraman arasındaki ilişkilere bakışta yepyeni tespitler yaparak eleştiri ortamında büyük bir hamle yaratıyor. 

 

 


 

 

 

Görsel: Seda Mit

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.