Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Eli kanlı Winshawlar’ın kanla yoğrulmuş hikayesi



Toplam oy: 544
Jonathan Coe // Gül Çağalı Güven
Habitus Kitap
Roman, Winshawların birbirine eklemlenen hikâyelerinin ustalıklı kurgusuyla ilerlerken, arka planda ABD öncülüğünde Irak’a karşı operasyonlar düzenlendiği bilgisi çalınıyor kulağımıza.

Yeni bir yazarla tanışmak, oldum olası heyecanlandırmıştır beni. Yeni yazardan kastım, ilk eserini yayımlamış bir yazar değil tabii. Hatırı sayılır, önemli yapıtlara imza atmış olmasına rağmen, benim ilk defa bir eserini okuma fırsatı yakaladığım yazarlardan bahsediyorum. Çünkü okuduğunuz o ilk kitap hoşunuza gitmemişse, yazarın diğer kitaplarına önyargıyla yaklaşabiliyorsunuz kimi zaman. Ama kimileyin de merakınızı kamçılayıp iştahınızı kabartabiliyor o ilkler ve yazarın bütün kitaplarını keşfetmesi için okura bir kapı aralayabiliyor. İşte Jonathan Coe’nin Bir Aile Kroniği Ya da Küresel Yırtıcının Doymak Bilmez İştahı kitabı, bana o kapıyı aralayan bir kitap oldu diyebilirim. Çünkü yazarın diğer kitaplarını da bir an evvel okuma isteği uyandırdı bende. Dolayısıyla Coe’nin Uyku Evi, Yağmurdan Önce ve Expo 58 isimli kitaplarını da okuma listeme almış bulunuyorum. 


Coe, “Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitaptan Biri” ilan edilen Bir Aile Kroniği Ya da Küresel Yırtıcının Doymak Bilmez İştahı kitabında, büyük hikayeleri olan Winshaw ailesi üzerinden medya, siyaset, finans, tarım/hayvancılık/gıda ve sağlık sektöründeki çirkin oyunlara, çürümüşlüğe mercek tutuyor. Hırsları ve arzuları sınır tanımayan, hep daha fazlasını isteyen, açgözlü, asla doymak bilmeyen Winshawların hikayeleri aracılığıyla, medyanın kimlerin kontrolünde olduğuna ve siyasetle sıkı ilişkisine, hayvancılık/besicilik ve gıda sektöründeki ürkütücü gerçeklere, özelleştirilen sağlık sistemindeki kokuşmuşluğa, savaşları besleyen ve savaşlardan beslenen silah tacirlerinin ruhsuzluğuna tanıklık ediyoruz. Akıl tutulmasına yol açan, küresel ölçekteki bu topyekun çürümeye ayna tutuyor Coe. Aslında yazar, bugün her yere yayılmış olan ve içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız kokuşmuş düzeni, farklı boyutlardaki taşların özenli bir şekilde üst üste dizilmesiyle oluşturulmuş bir kule gibi katmanlı bir kurguyla adeta resmediyor. Ve taşlar öyle dikkatle yerleştirilmiş ki, kule sapasağlam ayakta kalmayı başarıyor. Coe’nin zekice inşa ettiği kurgu sayesinde okur hikayenin ucunu asla kaçırmıyor, parçaları kolayca birleştirebiliyor; geçmişle şimdi arasında geçişlerin yaşandığı gelgitli hikaye boyunca yolunu kaybetmeden ilerleyebiliyor. 

Körfez Savaşı’nın ayak sesleri

 

Roman, Winshawların birbirine eklemlenen hikayelerinin ustalıklı kurgusuyla ilerlerken, arka planda ABD öncülüğünde Irak’a karşı operasyonlar düzenlendiği bilgisi çalınıyor kulağımıza. Ancak bunun çok yüzeysel bir bilgi olduğunu belirteyim. Yani Coe, odağına Körfez Savaşı’nı oturttuğu, tarihsel bir roman kaleme almış değil kesinlikle. 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesiyle patlak veren krizin ardından, “Çöl Fırtınası” ismiyle Irak’a karşı düzenlenen askerî harekat, fonda sadece bir siluet olarak seçiliyor. Ve bir ara ansızın W. Bush’un sesi kulağımızı tırmalıyor: “Operasyonlarımız Saddam’ın muazzam askerî mühimmatını hedef almak yoluyla tüm koalisyon kuvvetlerinin hayatını koruyacak şekilde planlanmıştır. Irak halkıyla hiçbir sorunumuz yoktur. Aslında, bu savaşın içinde sıkışıp kalan masumların güvenliği için dua ediyorum”. Beri yandan 1979-1990 yılları arasında, ilk kadın başbakan olarak görev yapan Margaret Thatcher İngiltere’sinin politik atmosferi de romanın satır aralarından usulca sızıyor.

Coe, romandaki o politik atmosferin yanı sıra mizahı da hiç elden bırakmıyor. Beri yandan da adeta bir dedektiflik hikâyesi örüyor. Üstelik heyecan ve merak duygusunu en tepede tutmayı ustalıkla başararak, yaptığı işin hakkını veriyor. Coe’nin, romanın ana karakterine yazarlık rolü biçtiğini görüyoruz.  İşte Michael Owen isimli bu yazar, bir dedektif titizliği ve sabrıyla Winshawların izini sürmeye koyuluyor. Peki neden? Çünkü bu ailenin bir üyesi olan ve 45 yıldır düşünme yetisini koruyamayan, 81 yaşındaki Tabitha, Michael’den o büyük ailesi hakkında bir kitap yazmasını istiyor kendisinden. Ve Michael, Whinshawlar’ın korku filmlerindekileri aratmayan malikanesinde, peş peşe işlenen cinayetlere tanıklık edeceği maceraya atılmış oluyor böylece. Koca ailenin tek tek her bir üyesinin bulaştığı türlü türlü çirkin işler, tıpkı bizim gibi Michael’ın da midesini bulandırıyor. Ailenin içine şöyle bir girmek için örneğin Dorothy ve Thomas Winshaw’ın icraatlarına yakından bakalım biraz. Bankacılık sektörünün en nüfuzlu üyelerinden biri olma yolunda ilerleyen Thomas, hükümet politikalarının istikametini öğrendikten sonra tarım topraklarına yoğun bir yatırıma girişiyor. Tarım ve hayvancılık sektöründe bir imparatorluk kurma girişimindeki Dorothy’e hatırı sayılır krediler veriyor. Arazi teminatı karşılığında yapıyor elbette Thomas bunu. Ve onca borç, Dorothy’i her yıl toprağından ve hayvanlarından daha fazla ürün almaya zorluyor. Daha çok kâr peşinde koşan Dorothy, İngiltere’nin kuzeydoğusundaki yumurta, piliç, jambon ve sebze tedarikini derhal ele geçiriyor ve “Easilay Yumurtaları”, “Porkers Tütsülenmiş Jambonları” ya da “Green Shoots Sebze Ürünleri” gibi birtakım şirketler kuruyor. Bu şirketlerin üretim kotalarını karşılayabilmek için de Dorothy’nin çiftçileri, büyümeyi hızlandıracak her türlü antibiyotiği ve ürünleri artıracak her türlü böcek ilacını kullanmak zorunda bırakılıyor.

Dorothy’nin yapay döllenmeyle ürettiği biçimsiz hindilerin başına gelenler de oldukça tüyler ürpertici. Kimyasal enjeksiyonlar ve seçici üretim yüzünden korkunç bir şekilde etkilenen göğüsleri nedeniyle, hindilerin cinsel organlarının birbirine teması imkânsız hale geliyor. Tavukların başına gelenler de bir o kadar ürkütücü ve bu sektördeki çirkinlikleri az çok hepimiz biliyoruz. Ama gelin görün ki Dorothy, büyük bir mutlulukla halka kakaladığı bu ürünleri, kendisi tüketmeyecek kadar da akıllı. Çünkü çiftliğin kuytu bir köşesinde, şahsi kullanımı için serbest gezinen küçük bir domuz sürüsü besliyor. Kendisi için her şeyin en hasını üretiyor anlayacağınız. Farklı sektörlerde at oynatan diğer Winshawların icraatlarının da en az Dorothy’nin imparatorluğundakiler kadar dehşetengiz olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım.  


Bu ailenin tüm dünyayı etkileyen, küresel boyuttaki kötülükleri karşısında Michael ile birlikte bizim de nutkumuz tutuluyor. Roman boyunca kabul etmek istemesek de biliyoruz ki, elleri kanlı, arsız “Winshawların” ya da küresel yırtıcının kolu çok uzun; her yere, her sektöre uzanıyor ve midesi o kadar büyük ki doymak bilmiyor. Adeta yeryüzünde ne varsa tüketmek için didiniyor. Bu arada okurlar olarak biz şu gerçeğin de apaçık farkındayız: Winshaw ailesinin yerini, her devirde bir başka aile/yırtıcı alıyor hiç şüphesiz ve dünyayı tekinsiz bir yer kılmak üzere elinden geleni ardına koymuyor. Ama şuna da dikkat çekmek isterim: Winshaw üyelerinin sonları hiç parlak değil. Üstelik korkunç sonlarını kendileri hazırlıyorlar. Buradan, dünya üzerinde hüküm sürmekte olan diğer küresel yırtıcılara da duyurmuş olalım.

 

 


 

 

 

Görsel: Muhammed Ali Üzen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.