Şunu düşünmeliyiz; Dostoyevski, Tolstoy, Dante, Faulkner, Atay, Tanpınar, eserlerindeki tüm teknik kusurlara rağmen; -riskli bir hamle daha yapalım- çağımızın roman, öykü anlayışına hiç mi hiç hitap etmedikleri halde neden hala büyük yazarlar olarak anılıyorlar, okunuyor, saygı görüyorlar? Kabul ediyorum ilk ben düşünmedim bunu ama Wittgenstein’ın Tractatus’ta söylediği gibi, “Düşündüğümü benden önce bir başkasının düşünmüş olup olmadığı beni ilgilendirmiyor.” Cevaplardan biri ve en önemlisi şudur ki; tüm o biçimsel yenilikleri, yazarın derdini anlatmak için kullandığı yazınsal forma ait teknik ayrıntıları, envai çeşit atraksiyonu bir kenara koyarsak önemli olan daima anlatılan hikayedir. Hikayenin muhatabının dimağında bulduğu karşılık, insanın hayatla, yaşam boyu her an karşısına çıkan sıradanlık maskesi ardına gizlenmiş absürt durumlarla, en çok da kendisiyle mücadelesindeki tüm o metafizik gerilim…
Gerçeklerden yapılma minik el bombalarını andırıyor Nimrod Çıldırışı öyküleri. Quentin Tarantino filmleri gibi.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim; Etgar Keret’in adını, az sonra bahsedeceğimiz; öykülerindeki tüm olağanüstü durumlar, gerçeküstülük, dilindeki hafiflik, hızlılık, kesinlik bir yana, büyük ustaların arasına yazdıracak olan da insan ve insanın hikayesiyle kurduğu bu bütüncül temastır. Neden ve hangi insanlardan bahsediyoruz:
Nimrod Çıldırışları öyküsünde, askerde intihar eden arkadaşlarının ölümünün etkisinden bir daha hiç kurtulamayan, sırayla “sapıtan” eski askerlerden; “Doktorlar, askerdeyken geçirdiği travmanın birden beyninde tekrar belirdiği görüşünde, sifonu çektikten sonra suyun yüzüne çıkan bok parçası gibi”
Ya da Tuvia’nın Vuruluşu öyküsünde sadakatinin bedelini her seferinde neredeyse canıyla ödeyen Tuvia’dan; “Altı ay sonra döndü. (…) Arada sırada evin önünden bir bisikletli geçtiğinde ya da biri gürültü yaptığında saldırı pozisyonuna geçiyordu, gerisini getirecek güçten yoksundu ama.”
Sürpriz Yumurta öyküsünde, bir intihar saldırısı sonucunda ölen karısını teşhis etmek zorunda kalan adamdan; “Ama o karısını ayağından teşhis etmeyi yeğledi çünkü karısının ölü yüzünü görürse o görüntünün onu hayatının sonuna kadar kovalayacağını biliyordu. (…) Hata ettim belki diye düşündü o küçük ayağa (35 numara) bakarken, ayağı seçmek hataydı belki. Ölü bir insanın yüzü uyuyan bir insanın yüzünü andırır ama ölü bir insanın ayağına bakınca tırnakların içinde pusuya yatmış ölümü görmemek mümkün değildir.”
Yahut babasının ölümüyle kederden çarpılan bir oğuldan, aşık olduğu kıza açılamayan bir ergenin sıradan ama bir o kadar gerçek ve çarpıcı geriliminden, yaşama amacını kaybetmiş, boşlukta salınan insanlardan… Neden mi bahsediyoruz; hikayesi yüzyıllardır biçim değiştirse, farklı kılıklara bürünse de, insan, aslında hep aynı uçurumların kıyısında ve ancak o uçurumları gören anlatıcıların söyledikleri zamanın uğultusu arasından kulaklarımıza ulaşabiliyor.
Uçurumun iki ucu
“Söz” der Amerika Dersleri’nin “Kesinlik” bahsinde Calvino, “Tıpkı uçurumun iki ucu arasında gerilmiş bir kurtuluş köprüsü gibi, görünür izle görünmez şeyin, eksik olan şeyin, arzulanan ya da korkulan şeyin arasında bağlantı kurar.” Uçurumun iki ucu derken, gerçekle gerçeküstü, zayıflık ve kuvvet, ezen ve ezilen, şakayla ciddiyet, kederle kahkaha, iyilik ve kötülükten bahsediyorum. Keret, öykülerinde okurunu tam olarak bu köprüde konumlandırıyor; yine de kartlarını açarken tercihini hep gerçekten yana kullanıyor. Pis bir gerçek bu; çarpıcı, dolaysız, su katılmamış…
Etgar Keret'in Nimrod Çıldırışları kitabı, şimdiden klasik olmaya aday.
Rutin saydığımız ama her gün biraz daha simulasyona, olağandışı bir distopyaya dönüşen hayatlarımızın içine sızmış, gerçeklerden yapılma minik el bombalarını andırıyor Nimrod Çıldırışı öyküleri. Quentin Tarantino filmleri gibi. Onun büyülü bir iksir (deus ex machina) gibi hikayenin sıkıştığı noktalarda kullandığı gerçeğe has hızlılık, Keret öykülerinin dayanak noktalarından biri sayılabilir. Her iyi yazar gibi tesadüfün olağanüstülüğünü ustaca kullanabilmesi ise bir diğer dayanak noktası. Başsız Adam öyküsünün ilk cümlelerine bakalım; “Okulumuzun basketbol sahasının arkasındaki çalılıklarda başsız bir ceset buldular. ‘Buldular’ diyorum, bir milyon adam bulmuş gibi ama aslında topunu yanlışlıkla çalılıklara kaçıran kuzenim Gilad buldu. Bana hayatında gördüğü en iğrenç manzara olduğunu söyledi. Çünkü top adamın başının olması gerektiği yerde durmuştu ve almak için eğildiğinde…” Olağanüstü durumlar bağıra bağıra, gelişini ballandırarak başımıza gelmez Keret öyküsünde, hayatın içindeyken nasılsa öyle, birdenbire, tesadüfen, hızla yaşanırlar.
Gerçekten ayırt edemeyeceğimiz doğal bir gerçeküstülük de söz konusudur bunun yanında. Konuşan ve nasihat eden bir balık, buzdolabının üstünde yaşamayı seçen bir kız, kişisel gelişim kitapları sayesinde peygamber olan bir adam, düşünde sürekli at gördüğü için at doğuran bir anne, içki şişesine girip çıkan adamlar… İşin garip yanı -ve Keret’i başarılı kılan- onu gerçeküstücü kılacak tüm bu eşek şakaları, aynı sebepten yani yazarın ve öykü karakterlerinin, dolayısıyla okurun bu sürprizleri doğal karşılaması sonucu gerçekliğin merkezinde yer bulur kendine. Evet, Nimrod Çıldırışları yazarının öyküsüyle ilgili söylenecek iki kelime hakkımız olsa seçilecek deyim, mutlaka “eşek şakası”dır. Keret öykülerine maruz kalan okurun hissedeceği de aşağı yukarı aynı şeydir çünkü. Hayattan ayrı düşünülemeyecek kadar sert, tesadüfi, eğlenceli, can yakıcı, sinir bozucu, sıradan hatta bayağı şakalar…
Etgar Keret apaçık gerçeğin -eşek şakasının- gücünün farkında olduğu için olsa gerek Nimrod Çıldırışları’ndakiler dahil hiçbir öyküsünde biçimsel atraksiyonlara tenezzül etmiyor, hikayeyi buluyor/görüyor, alabildiğine basit bir dille anlatıyor ve hızlıca sahneden çekiliyor; bizi karakterlerin ve durumların küçük gibi görünen trajedilerden aldıkları büyük enerjiyle baş başa bırakıyor.
Daha önce Parantez Yayınları tarafından yine Avi Pardo’nun başarılı çevirisiyle yayımlanan Nimrod Çıldırışları; Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü, Buzdolabının Üstündeki Kız ve Gazze Blues’dan sonra Siren Yayınları marifetiyle yeniden okurla buluşturuldu. Nimrod Çıldırışları, şimdiden klasik olmaya aday bir kitap.
editörlük yapıyor olmanıza rağmen neden e mail adresiniz görünmüyor?
Yeni yorum gönder