Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Estergon Kalesi’nde küçük Bezmenler



Toplam oy: 990
Halil Bezmen
Arunas Yayıncılık

Genç kuşaklar hikâyesini bilmeyebilir, Halil Bezmen bir zamanların ünlü işadamı. Sonra ani bir düşüş yaşadı, iflas etti, ABD'ye kaçtı; orada yakalandı, Türkiye'de mahkum oldu. Bu düşüşten sonra iş dünyasından elini eteğini çekip yazmaya başladı. Yaşadıklarını yazdı, edebiyata yöneldi. Türkiye'de iş dünyası aktörleri içerisinde burjuva olarak adlandırılabilecek bir avuç azınlık var ise, Bezmen ailesi de o azınlığın içindedir. Köken olarak da azınlık diyebiliriz. Hatta, Uğur Dündar ve Haluk Şahin bir dönem Halil Bezmen'i iş edinmişler ve Haramzade'nin Dönüşü isimli bir kitap yazmışlardı.



Ancak, bu yazıda konumuz Bezmen'in son romanı olduğu için haklı mıydı, haksız mıydı tartışmalarına girmiyoruz. Kapitalizm pistir, temiz ve kansız sermaye mümkün değildir. Ya müşterilerinizi, ya devleti soyacaksınız. Bazıları her ikisini de yapar, çalışanlar zaten sistemin temel mantığı gereği soyulmaktadır. Bir kere bu ilkeyi kabul ettikten sonra zaten bir kapitalisti "hırsız" ilân etmek, malûmun ilânından öteye geçmez. Yok, kapitalizmin bulunmaz nimet olduğunu, saf ve temiz bir oyun olduğunu düşünenlerdenseniz, biteviye tartışıp durabilirsiniz.



Bezmen'in burjuva nitelemesini hak etmesinin bir diğer nedeni de okumayı sevmesi. Yani Yalçın Küçük'ün deyişi ile "yazdığı sayfa sayısı okuduğu sayfa sayısından fazla" olanlar takımından değil gibi hissediliyor. Bir bölümün başına eklediği Borges alıntısı da gösteriyor bunu: "Bazıları yazdıklarıyla övünür, ben ise okuduklarımla.” Derin saplantıları, tarafgirliği, fanatikliği yok sanki. Bilmediklerinin, yetersizliklerinin farkında gibi duruyor. Sözgelimi kendisi için anti-komünist diyebiliriz ama komünistleri de biliyor, okuyor. Çeşitli ilgi alanları var, nitekim kitaplarını yazarken bu birikiminden faydalanıyor, okuru da faydalandırıyor. Kuşkusuz burjuva olmak, çok okumak, iyi bir edebiyatçı olmak için gerekli ama yeterli şartlar değil. Suçluluk yargısını bir zamanlar temel direklerinden birisi olduğu burjuva düzeninin hukukuna havale ettiğimiz gibi, edebiyat tarihinde oturacağı yerin değerlendirilmesini de edebiyat eleştirmenlerine bırakıyoruz. Halil Bezmen zeki bir insan, fotoğraflarından, veya TV söyleşilerinden bunu anlamak mümkün. Hınzırca bir bakışı var, zeki ve yaramaz bir çocuğun bakışları. Alegori, zaman zaman sarkastik bir söylem, iş dünyasından (hem yerüstü hem yeraltı yani legal ve illegal boyutlarından) ve özel hayatından kaynaklanan zengin deneyim ve o deneyim üzerine kafa yormak gibi özellikleri, hem konuşma hem yazma üslûbuna yansıyor.



Estergon’un bir cephesine bakış

 

Estergon sözcüğü yanıltmasın; konunun meşhur Estergon kalesi ile bir ilgisi yok. Bir benzerlik kurmuş Bezmen, tarihten ve "E"den yola çıkarak, yani son yılların meşhur davasını anıştırmak istemiş. Bu tür önemli olayların edebiyatta yankı bulması kaçınılmaz. Hem de olumlu. Şu ana kadar inceleme, araştırma kategorisinde Ergenekon konusunda çok sayıda  kitap yayınlanmış olmasına rağmen konu henüz edebi üretimin nesnesi olmamıştı. Umarız devamı gelir. Zira şu ana kadar ortaya dökülen hikâyelerle onlarca roman beslenebilir.



Antikacı bir ailenin hayat hikâyesine paralel olarak 1990'larda "Estergon"un bir cephesine bakış diyebiliriz bu roman için. Hangi cephe derseniz; yeraltı dünyası. Romanımızın esas oğlanı Pars, ağabeyi Ra, babası antikacı İskender Yokvücut, onun kardeşi yani Pars'ın amcası Rafet, Estergon ile bağlantıyı sağlayan, Pars'ın patronu olacak olan Arıza Rıza. Bu kadarla kalmıyor, şüpheli bir şekilde ölen,  Estergon'un öldürdüğünü iddia ettiği politikacı "Özel", bir başka partinin lideri olan eski solcu "terörist" kadın politikacı Kenize, Azerbaycan bağlantısı ve Karabağ sorunu da ihmal edilmiyor. Özel doğrudan Özal'a gönderme yapıyor gibi, kadın politikacı denince hâliyle akla Tansu Çiller geliyor, ama romanda çizilen Kenize ile Çiller örtüşmüyorlar. Kenize tamamen kurgusal bir karakter olmuş. Kitabın tanıtımı için çıktığı bir TV söyleşisinde Bezmen, spikerin "Gerçek hayatta Pars gibi bir insan var mı?" sorusuna, Pars'ın gerçek hayatta birden fazla kişiye tekâbül ettiğini, yani kolaj bir karakter olduğunu söylüyordu. Kenize'nin de gerçekten olup olmadığı, varsa kim olduğu da o kadar önemli değil. Sonuçta bir roman bu.



Romanın anlatıcısı, Pars'ın hapishane arkadaşı. Anlatıcıyı dinlemeye, konunun ortalarından bir yerden başlıyoruz. Çocukluğunu, ailesini, sonra hayatının akışını değiştiren babasının, amcası tarafından tuzağa düşürülmesi, bunun sonucunda hapise düşüşünü görüyoruz. Öte yandan ülkenin en büyük uyuşturucu kaçakçısı da kendi tedbirsizliği ile bir başka pusuya düşüyor, öldürülüyor. Arıza Rıza adı verilen nereden geldiği ne yaptığı pek bilinmeyen esrarengiz bir şahıs onun yerine yeni uyuşturucu baronu oluyor. Rıza bir vesile ile tanıştığı, yeteneklerini keşfettiği genç Pars'a hayati bir teklifte bulunuyor: kendisi için çalıştığı takdirde sınırsız bir zenginliğe kavuşacaktır. Pars bu teklifi kabul ediyor, yeraltı dünyasına adımını atıyor.



Bezmen, roman kahramanları aracılığı ile, hayat hakkındaki düşüncelerini aktarmayı seviyor. Diyaloglar genelde başarılı ama kahramanların hepsinin her zaman hazırcevap, zeki olması; sürekli aforizma tadında cümleler üretmesi bazen fazla suni kaçıyor. Söz gelimi, feleğin çemberinden geçmiş Arıza Rıza'nın feylezofluğunu kabul etsek de, genç Pars'ın ettiği lâflar (her ne kadar başından ağır olaylar geçmiş olsa da) insana pek inandırıcı gelmiyor.



Kapitalist elitin tam göbeği



Romanın tadını kaçırmamak için olay akışının detaylarına fazla girmeyelim. Sonuç olarak bu; derin devlet örgütlenmesinin mafyayı kullanmasının romanı. Estergon, romanda gizemini korumaya devam ediyor. Kimdir, kimlerden müteşekkildir, bu konuda herhangi bir varsayım yok. Sadece Estergon'u temsil eden bazı kişiler zaman zaman Arıza ile temasa geçerek direktifleri iletiyorlar, Arıza da bu direktifler doğrultusunda politikacılarla seçimler öncesi pazarlıklar yapıyor, tehdit ediyor.



İş dünyasının önemli isimlerinin derin devlet örgütlenmesi konusunda biz sıradan vatandaşlardan çok daha fazla bilgili oldukları aşikâr. İş dünyası, devlet, derin devlet ve yasa dışı örgütler; kapitalist düzenin ayrılmaz, birbirlerinin varlık nedeni olan, birbirleri olmadan olamayacak unsurları... Yeraltı dünyası, devletin ya da politikacıların kendi işlerini yasalar çerçevesinde halledemediği durumlarda başvurduğu önemli bir araç. Benzer biçimde iş dünyası içinde zaman zaman yasallık çerçevesinde dolambaçlı yollarla ve uzun zamanlarda çözülecek meseleleri şipşak halledebilen bir kurum. İş dünyasında yaşanan birçok satın alma, birleşme gibi olaylarda yeraltının oynadığı rol çoktandır ifşa olmuş durumda. Halil Bezmen de bir zamanlar kapitalist elitin tam göbeğinde yer aldığı için bilgisine güvenilecek bir kaynak. Keşke eski-yeni, daha çok kapitalist bu konularda edebiyat ya da anı formatında kalem oynatsa da, bu pislik yığını hakkında daha çok şey öğrensek.



Mutlaka okunmalı tavsiyesinde bulunamayacağımız ama okurken sıkılmayacağınız bir kitap. Yukarıda değindiğimiz gibi asıl önemi; Ergenekon'u edebiyata sokma çabası ve bu çerçevede yeni bir kulvar açmak yolunda döşenmiş bir taş oluşu. Bezmen, ana karakterlerini düşünsel düzeyde “birer küçük Bezmen” yapmaktan vazgeçip farklılaştırmayı başarabildiği zaman; ciddiye aldığı izlenimi edindiğimiz, emek harcadığı edebi uğraşında aşama kaydedecektir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.