Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ferah bir rüya umudu



Toplam oy: 432
Mukadder Gemici
Dergâh Yayınları
Mukadder Gemici pes edilmeyen, pişman olmaya, insana inanmaya davet eden finallerle bitiriyor öykülerini.

Mukadder Gemici'nin öyküdeki uzun yürüyüşü, Asla Pes Etme ve Kar Makamı'nın ardından Nuh'un Kızı'yla devam ediyor. Gemici'nin öykü evrenine bakıldığında insana dair ümit ve iyimserliğin ön plana çıktığı, radikal kötünün yerine kötülüklerinden pişman ve nedamet getiren karakterlerin olduğu ve o yalınkat acılara rağmen bizi diri tutacak bir iyiliğe inanıldığı görülüyor. Ayrıca, bu iyimserliğin basit bir Polyannacılıktan ibaret olmadığı, kötülüğün ve acıların yüzeyselleştirilmediğini de not düşmek gerek.


Nuh'un Kızı kitabındaki öykülerin bir kısmı, güncel meselelerden neşet etmesi bakımından, vicdanımızın yakın tarihi olarak da okunmaya müsait. "Hak Edilmiş Bir Ölüm"de darbe gecesi karşı karşıya gelen iki kardeşin hikayesi merkeze alınıyor. "Hür Bir İnsan"da güpegündüz şehrin ortasında patlayan bir bombayla en yakın arkadaşını kaybeden bir üniversite öğrencisinin ruh hali resmediliyor. "Dayan ve Çok Yaşa" nam öyküde, Halep'te kalan Suriyeli bir doktorun gitmek ile kalmak arasındaki ruhi gelgitleri tam da insani bir yerden işleniyor. "Babamın Sesi" ise, yıllar sonra babasının kemiklerine ulaşan Bosnalı bir gencin, sırtladığı tabuttan gelen kemik sesleri eşliğinde Bosna-Sırp Savaşı'nın etkilerine değiniyor. Fakat, konularını bu şekilde sıralayabileceğimiz öyküler güçlerini konularından değil; öykü karakterlerinin derinlemesine işlenen ruh hallerinden, geçmişleri, kişilikleri, hayalleri ve tavırlarıyla bir bütün olarak ele alınmasından kaynaklanıyor. Büyük ve yıkıcı bu acı tecrübelerden geçen karakterlerin duygu durumlarını, nasıl hissettiklerini okura aktarmayı başarması da, Gemici'nin bir öykücü olarak başarısına işaret ediyor. Örneğin, "Hak Edilmiş Bir Ölüm"de haksız yere açığa alınan bir emniyet amirinin yalnızlaşması, onurunun kırılması sonucunda "ferah bir rüya" görme umuduna sığınması, sonrasında ise darbe yapan bir subay olan kardeşinin ölümüne üzülmesi gibi insanca hassasiyetleri ifade etmedeki gücü dikkat çekiyor. Diğer yandan, Suriye'den Türkiye'ye kalkacak otobüste doğan bir çocuk örneğinde olduğu gibi Gemici pes edilmeyen, pişman olmaya, insana inanmaya davet eden finallerle bitiriyor öykülerini.

 

İyimser final


Kitaptaki diğer bir öykü öbeği ise, toplumsal sorunları insan üzerinden okumayı bırakıp doğrudan insanın şahsi alanındaki gelgitler üzerinden ilerliyor. Bu kısımdaki öykülerden en güçlüleri "Ameliyattan Önce" ve "Nişan Yüzüğü." Özellikle "Nişan Yüzüğü," kitabın en güçlü eserlerinden biri olarak gösterilebilir. Dosyanın en farklı, muzip ve dikkat çekici öyküsü ise "Yalaza." Taraklı'ya atanan genç bir öğretmenin, ahali tarafından kendisine şaka yapılmasını beklemesinin, ardından başına gelen tuhaf deneyimle kendisinin ahaliye şaka yaptığını sanmasının ve bunun yıllarca açığa çıkamayışının öyküsü. Esasında bu öykü, Gemici'nin tipik olumlu ve iyimser finaliyle bitmeyip muğlak bırakılsa çok daha etkileyici olabilirmiş. Yine de fazla yüklenmeyelim. Aslında hepimiz ferah bir rüya görmek umuduyla edebiyata sığınmıyor muyuz?

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.