Bir sabah uyandığınızda kıyametle karşılaşabilirsiniz; bu curcuna dinsel kaynaklı da olabilir, tamamen astrolojik yahut çevreci nedenlerle de. Şaşırmamak gerek: İnsanın bulunduğu her yerde, her zamanda kıyamet bir lanetten çok neticedir. Düşüncenin kıyametle akrabalığı etin sinirle dostluğu kadardır çünkü. Şiddet yaratıldığı, akla uygun hale getirildiği derecede katlanılırdır. Tanrı kullarını evire çevire neden bir vahşete sürükler; din neden hep bir azap, bir tehdit üzerine kuruludur? Cehennem, şeytan, cin, günah derken bir de finale kıyameti koymak küçük bir çocuğu korkutmaktan başka nedir? Gayya kuyusunu kimseye anlatacak değiliz. Hele hele yedi kat da cehennemin altında. Hiddeti vahşete çevirerek iyiliği öğretme çabası tabiatı inkâra yol açacaktır. Bir gram beyni olanlar buna güler. Tanrı varsa kıyamet yoktur. Tanrı yoksa kıyamet şarttır.
Günlük hayatla kıyametin kardeş çıktığı bir disiplinde her şeyi ‘inşallah’a bağlayan bir nesil yetişti; halkı rahatsız ediyor diye dışarı taşan masaların toplandığı bir ülkede kimse camilerden dışarı taşanların da sokakları işgaline bir şey diyemiyorsa kıyamet zaten ayaklarınızın altındadır. İnsan varsa tanrı yoktur. İnsan yoksa tanrı uzaydır.
Herkes herkesin, her şey her şeyin arkasından konuşabilir; bu gerçek bütündedir: 2 x 2’de bile eşitliğin öte yanındaki 4 hakkında mutlaka dedikodu yapılır; matematik engel olamaz. Dedikodu çömezlerin, çırakların, yardakçıların beslenme kaynağıdır; cennetteki yılan ne melektir ne de peygamber. Onun peşine kimse düşmemiştir. Din sahnesinde sadece orada repliği vardır; sonra ortadan kayboluverir. Onu demonik kimliğiyle şeytana bağlamak işin kolay yanıdır. Tanrının arkasından konuştuğu rivayet edilir; alet edildiği kovulma trajedisi bir bahanedir aslında: Bir elma insanlığı yaratmış olamaz. Elma yasaklanmalı. Elma ile aynı familyadan gelen soğan neden anılmaz acaba; soğanın kokusu mudur perileri kaçırtan?!
Ve bir sabah uyandığınızda bunları düşünürken kıyametle karşılaşabilirsiniz; yer, göğe el açmıştır. O güne kadar reddettiğiniz, yok saydığınız tanrıya, tanrılara dua etmeye kalkışmak küstahlıktır. Bir yakınınız, bir dostunuz da yoktur sizi o mahşerden kurtarabilecek. Kalabalık içersinde ruhunuzu, bedeninizi sağlama alabileceğiniz bir kuytu koşuşturması başlar. Ölüler dirilir. Wes Cravan’ın olan bitenle zerre ilgisi yoktur. Sanat biter, sanal başlar kıyamette.
Teknik ve fiziki takip sona ermiş, defterler tutulmuş, edebiyat hiçbir şeye yetememiştir. Şahsınıza ait meleğin peşi sıra, gölgenizin köpeği olarak yürürsünüz başınız önde. Felaket filmleri, komplo teorileri, Maya takvimi, kutsal kitaplar havada uçuşur. Kim peri, kim mahluk farkında olmadan kalabalıkta millete çarpa çarpa ilerlersiniz. O artık sıfır noktasıdır. Kaynamadığınız, donmadığınız an. Siz olduğunuz an.
Neil Gaiman ve Terry Pratchett ortaklaşa yazdıkları Kıyamet Gösterisi adlı kitapta bir ‘son’ parodisini kaleme alır. Mitolojik göndermeleri olay komedisi ile harmanlayan bu müthiş eserde amaç, belirtilerin sonuçla temasına az bir süre kala yaşanılanlara bir miktar fars katmaktır. Birileri yahut bir şeyler sizin için bir kıyamet tasarlayabilir; hatta o gün gelip çatmış da olabilir; ancak bu mesele insanları gerçekten ilgilendiriyor mudur? Kıyamete bir terör eylemi gözüyle bakacak olursak, kim böyle bir şeyi yaşayacağını kurgulayarak güne başlayabilir ki?!
Neil ile Terry bu romanı, bu yazgıyı teknolojinin esip kavurmadığı yıllarda kaleme alırken henüz iletişim çılgınlığı psikiyatri literatürüne girmemişti. Oysa var olma – yok olma, var edilme – yok edilme zafiyeti, o ego, o egodan mutlak doğruyu inşa gibi kavramlar gezegeni işgaldeydi.
Göremediğimiz manevi sömürgecilerden intikam alabilmek için kıyameti beklemeye gerek yok. Bir sona sürükleneceğimize bir başlangıca sürüklenmek hala elimizde. Kıyamet Gösterisi bu konuda ciddi bir yol gösterici.
Yeni yorum gönder