Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

George Eliot'a Göre Kadın Olmak



Toplam oy: 136
George Eliot, üç baskın kadın karakteri üzerinden hayatı, insanı, toplumu ve çağı yeniden yorumlamıştır Middlemarch’ta. YKY etiketiyle raflardaki yerini alan roman rahatlıkla Anna Karenina’nın, Madam Bovary’nin, Kızıl ile Kara’nın yanına konulabilir.

Middlemarch klasik bir roman, bir başyapıt. 1871 yılında yayımlanmış. Rahatlıkla Anna Karenina’nın, Madam Bovary’nin, Kızıl ile Kara’nın yanına konulabilir.

 

George Eliot Middlemarch’ı üç ana karakter üzerine bina eder: Dorothea, Rosamond ve Mary. Bir de Dorothea’nin kız kardeşi Celia vardır. O, arada sırada gösterdiği iradesini bütünüyle kocası James’a bırakmıştır. O yüzden George Eliot, Celia’yı arada sırada sahneye çıkarır. Erkek karakterler de çoktur romanda. Ve bu kadın karakterlerden çok, onlar anlatılır. Çünkü Middlemarch’da George Eliot her ne kadar evliliği, aile hayatını anlatmak istemişse de, proje kendini aşmış, Middlemarch kasabasını, toplum düzenini, hepsinden önemlisiyse, 19. yüzyılda yapılan reformları anlatmaya dönüşmüştür. George Eliot modern döneme geçişin felsefi, estetik, bilimsel, sosyolojik sancılarını yansıtmayı başarmıştır romanında.

 

Görünenin ardındakini arar yazar

 

Eliot’a göre kadın, etkin değildir fakat etki alanı oluşturarak etkin karakteri yönlendirir. Her zaman ortada erkekler vardır. Onlar görünür yerdedirler, hareket halindedirler. Eliot, bu görüneni delip geçer, görünenin ardında duran görünmeyeni bulur, çıkarır ortaya. İtiraz edilemeyecek şekilde yapar bunu. 8 kitap yani 945 sayfa boyunca bu incelikli çalışma, ana karakterlerden çok, yan karakter olan erkekler anlatılarak yapılır.

 

Mary iki çılgının, Dorothea ile Rosamond’un arasındadır. Makul hareket edendir Mary. Ne istediğini bilen, kendini fırtınaya kaptırmayan, fedakar ve cefakar… Ne kebap yansın ister Mary ne de şiş. İçlerinde en güzeli Rosamond’tur. Güzelliğiyle birlikte diğer karakterlere göre en inatçı, kibirli, söz dinlemez ve beceriksiz olan da Rosamond’tur. Dorothea ise, Eliot’ın gözdesidir. İdealidir de denilebilir. Eliot, Dorothea karakteriyle bir nevi modern zamanların Azize Theresa’sını yazmak istemiştir. Ona göre “…dünyaya pek çok Theresa geldi.” Gelmeye de devam edecektir. Dorothea yeniliklere açıktır, ideallere inanır, aşkına sadıktır, sözünde durur. O, Rosamond gibi “Tamam” deyip, arkadan iş çevirmez. Konuşarak ikna edilebilir; çünkü Dorothea, aklını kullanır ve hakikatin peşindedir. İyinin, doğrunun ve güzelin… Rosamond ise bütünüyle arzularının esiridir. Herkesi de bu yüzden kendinin esiri zanneder. Fakat başarılı olamaz, çünkü hayat acımasızdır. Ve herkes Rosamond’un güzelliğini fark etse de, o güzelliğin etkisi altına girmez. Güzelliği nedeniyle Rosamond şımarık hareket eder. Dorothea içinse fikirler ve duygular önemlidir, kendi güzelliği değil. Dorothea geçici olana değil, kalıcı olana odaklanmıştır. Bu yüzden kendinden 20 yaş büyük olmasına rağmen Casaubon’un evlilik teklifini kabul eder. Çünkü Casaubon hayatını, mitolojilerin anlamlarını çözmeye adamıştır. Yüzlerce defter tutmuş, belki de binlerce eser karıştırmıştır. Balayını bile Roma’nın kütüphanelerinde geçirecek kadar bu işe kendini adamıştır. Dorothea’yı etkileyen de Casaubon’in bu adanmışlığıdır. Dorothea eşinin çalışmalarına yardımcı olacak, Latince öğrenecek, bu büyük amaç uğruna gereken bütün fedakarlığı gösterecektir. Rosamond ise lüksten, keyiften, zengin yaşamdan kendini bir türlü çekemez. Çekmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Bu uğurda evliliğini de tehlikeye atar. Romanın diğer bir reformist, idealist erkek karakteri olan, Rosamond’un kocası Lydgate’in tıp alanında yapmak istediği araştırmalarına engel olmak pahasına. Rosamond kendisi için yaşamaya örnektir, Dorothea ise başkaları için yaşamaya. Dorothea sadece aşkın, Rosamond ise, paranın kanunlarına bağlıdır. Dorothea aşkı için eski kocasından kalan servetten vazgeçer, Rosamond ise, parasızlık ve tutumlu yaşamak söz konusu olduğunda aşkından vazgeçer. Dorothea sadece sevdiklerini değil yardıma muhtaç herkesi düşünür. Onda yeniden doğan Azize Theresa’nın ruhu, bu şekilde kendini gösterir.

 

Üç karakter çok mesaj

 

Eliot çok şey anlatır, bu üç karakter üzerinden. Her şeyden önce de reform taraftarıdır. Casaubon eskiyi, Lydgate de yeniyi temsil eder. Casaubon gelecekten çok geçmişe bakar, geçmişin içinde didinip durur. Kuzeni Will Ladislaw’a duyduğu kin ve öfke de bu özelliğinden dolayıdır. Oysa Will’in Casaubon’a hiçbir saygısızlığı ve kötülüğü yoktur. Onun suçu, yıllar önce annesinin evden kaçarak tiyatrocu olması ve uygun görülmeyen biriyle evlenmesidir. Casaubon yıllar önce yaşanmış bu olayın nefretini taşır, acısını kuzeninden çıkarmaya kalkışır. Bu, geçmişe takılıp kalmasıyla ilgilidir. Eliot, Dorothea karakterini böyle birinin hizmetine vererek, bu tip kişilerin desteklenmemesi gerektiğini, Dorothea gibi bir mücevheri bile solduracağını göstermek ister. Dorothea ne zaman Will’e aşık olur, onun için fedakarlık göstermeye başlar, işte o zaman bütün potansiyeli harekete geçer, hayat enerjisi eksilmekten ziyade çoğalmaya, çevresine ışık saçmaya başlar. Diğer bir idealist Lydgate ise, anlayışsız ve nobran eşi Rosamond nedeniyle belki de tıp alanında büyük keşifler yapacakken, 50 yaşında ölür ve geriye herhangi bir eser bırakamaz. Eliot, Dorothea üzerinden, kadının isterse erkeğini nasıl büyük hedeflere ulaştırabileceğini; Rosamond üzerinden ise nasıl çıkmazlara sokup, çaresiz bırakıp, yıkımına yol açabileceğini gösterir. Mary ise, orta bir karakterdir. Büyük hedeflerde gözü yoktur. Ona göre “Kocalar, yoldan çıkmalarının önlenmesi gereken, alt kategoriden insanlardır.” Mary şımarık zengin çocuğu Fred’i bu düşüncesiyle yola getirmeyi başarır. Çünkü onu seçmiş ve sevmiştir, onun tarafından da seçilmiş ve sevilmiştir.

 

Will Ladislaw, romanda sanatı temsil eder. Resim yapar, edebiyata ilgisi vardır. Kendini zamanla tanıyan ve anlayan bir karakterdir Will. Ressamlık ve şairlikten sonra köşe yazarlığına, gazete editörlüğüne girişir. Büyük başarılar elde eder. Kendine ait fikirleri vardır, hiçbir siyasi partinin emrine vermek istemez kalemini. Bu yüzden çok para kazanamayacağını, hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekeceğini fark eder. Will üzerinden bir varoluş sürecini anlattığı söylenebilir Eliot’ın. Fakat yine Dorothea etkisiyle. Gönlü yüce Will, bunu Dorothea’ya duyduğu aşka borçludur. O yüzden romanın kötüsü Bulstrode’un vicdan azabını dindirmek için teklif ettiği yüksek miktardaki parayı reddeder. O para çünkü haksız kazançla elde edilmiştir. Yine Will, Casaubon’ın servetinde olan hakkının peşine düşmez. Casaubon’u vicdanıyla baş başa bırakır. Will’in gözü Dorothea’dan, dolayısıyla yücelikten başkasına kapalıdır. Para onun tenezzül edeceği bir şey değildir. Dorothea de onun bu yönüne vurulmuştur. Will, Lydgate’le birlikte Eliot’ın gözde erkek karakteridir.


Shakespeare’i anımsatan sahneler
Middlemarch’ı okurken yer yer Shakespeare’in trajik sahnelerini hatırlarız. Zaten Eliot en çok İncil’den ve Shakespeare’in eserlerinden etkilenmiştir. İncil, romanın ahlaki yönünü oluşturur. Dorothea’nın merhameti, iyilikseverliği, herkese anlayışla yaklaşması, ayrımcılıktan kaçınması, inancı uğruna kendini feda etmesi İncil kaynaklıdır. Romanın trajik ölüm ve aşk sahneleriyse Shakespeare’e dayanır. Eliot’ın en başarılı olduğu yerler de buralardır. Baş başa kalan iki karakter, Shakespearevari diyalog içine girerler; büyük ideallerinden, yüce duygularından, engin fikirlerinden konuşmaktadırlar. Aniden birbirlerine ellerini uzatırlar, aniden bırakıp birbirlerinden uzaklaşırlar, pencerenin önüne dikilip beklemeler, odanın içinde adımlamalar da buna eklenebilir. Dorothea ile Will, Dorothea ile Casaubon, Rosamond ile Lydgate, Mary ile Fred, Rosamond ile Dorothea karşı karşıya geldiğinde, Eliot’ın sanatçılığı doruk noktasına ulaşır. Eliot iki karakter arasındaki anlaşmazlığı sadece bir sanatçının inebileceği derinlik ve biçimde irdeler.
Fakat bu durum, romanın zayıf yönünü oluşturur ayrıca. Roman karakterlerinin hareketleri dediğimiz gibi fazlasıyla teatraldir. Olay anlatımları canlılıktan uzaktır. Daha doğrusu olay anlatımından ziyade olaylara dair açıklamalar vardır. Bunun sebebiyse, romancının her karakteri belli düşünce ve duygulara bağlaması, onları çelişki içinde bırakmamasıdır. Dorothea mesela günaha hiç meyletmez, hiçbir şahıs ve olayı kötüye yormaz. Şüphelenmez bile. Şüphelenip, vesveselerle aklına binlerce ihtimal getireceği yerde, ermiş misali sadece acı çeker ve inanır. Rosamond da aynı şekilde düzdür, hiçbir zaman acaba diyerek farklı bir ihtimal de olabileceğini düşünmez. Onun istediği bir şey vardır, istediği şeyin öncesi, sonrası, sağı solu fark etmez, isteği uğruna herkesi ve her şeyi harcamaya hazırdır. Mary de yolundan hiçbir şekilde şaşmaz. Bu tabii ki Eliot’ın romanı bütünüyle üçüncü tekil şahıs anlatıma göre kurmasıyla ilgilidir. Tanrısal bakış, bu şekilde karakterlerin içsel çelişkilerini yansıtma noktasında yetersiz kalır. Yine bu yüzden Eliot, karakter tasvirinden çok tahlili yapar. Çünkü romancı, karakter ve olayları bütün boyutlarıyla vermek ister. Bu yüzden felsefeye girer -tarih, sosyoloji, sanat, siyaset, din ve edebiyat konularına ayrıca. Bu da romanı uzatır. Roman uzar fakat bu şekilde yeni boyutlar da kazanır. Mesela değme tarihçiye taş çıkartacak bir toplum ve düşünce tarihi diye de bakılabilir Middlemarch’a.
Middlemarch 19. yüzyılın diğer başyapıt romanları gibi okuyucusunu etraflıca kuşatır. 945 sayfa boyunca romandan kopmadığını, daha doğrusu kopamadığını fark eder okuyucu. Ayrıca okuyucu 945 sayfanın sonunda değiştiğini, romana başladığından daha farklı şekilde düşündüğünü de fark eder. George Eliot, üç baskın kadın karakteri üzerinden hayatı, insanı, toplumu ve çağı yeniden yorumlamıştır. Eskiye görkemli bir veda, yeniye anlamlı bir karşılama da denilebilir Middlemarch için.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.