Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gerçeğin halkaları



Toplam oy: 225
Orçun Ünal
Everest Yayınları
Orçun Ünal’ın bu kitaptaki öyküleri bize bir hikaye anlatmaktan ziyade okuru bir düşünme etkinliğine davet ediyor.

Bir tiyatro oyununu sahneleyen aktörü konu edinen bir film düşünün. Şimdi de buradaki gerçeklik katmanlarını: Oyunun, filmin ve izleyicinin olmak üzere en az üç katmanımız olur. Bunun içine rüyalar, hayaller ve hatıralar da dahil edildiğinde giderek çoğalan ve içinden çıkılamaz bir hal alan bir gerçeklik karmaşasıyla karşı karşıyayızdır. Bir de aktörün kendisi, tiyatrodaki rolü ve sinemadaki rolünü hesaba kattığımızda, en az üç ayrı kendilikten söz edebiliriz. Kişinin kendisini de bir rol gibi giyindiğini düşünürsek, bir soğanın halkaları gibi çok katmanlı bir yapının içinde bir yerlerde gizlenen bir özü arar dururuz. Postmodern estetiği düşündüğümde hep böyle bir tablo canlanıyor gözümün önünde.


Orçun Ünal’ın öyküleri de postmodern estetiğin içine dahil edilebilecek bir yapı arz ediyor. Nitekim bir sanat eseri, kendi gerçekliğini kurarken esasında bunun da bir yapıntı olduğunu ima eder. Bunun yanında o gerçeklik halesi içinde türlü oyunlarla kendi kurduğu gerçekliği tekrar ve tekrar yıkıp yeniden yapmayı mümkün kılar. Hatırlarsak, modernist edebiyat özellikle varoluşçuluk temalarıyla kişinin kendisini ve dünyadaki varlığını sorgulamanın yolunu açmıştı. Ardındansa yalnız varlığın değil, o varlığın gerçekliğinin de sorgulandığı bir edebiyata sahip olduk. Orçun Ünal da Bu Ben Değilim’de böyle bir pozisyona yerleşerek kuruyor metinlerini. Örneğin, Osman Hamdi’nin başrolde olduğu öykü, alternatif Osman Hamdi biyografileriyle çoğalarak gerçeği bozan, çoğaltan, ihtimallerle eğlenen, bunu yaparken de gerçekliğin ne olduğunu sorgulayan bir metin.


Bahsettiğimiz bir perspektifle yazılan metinler haliyle klasik anlatma biçimlerinden farklı bir dil ve üslup arıyor kendisine. Artık alışılageldik öykülerle değil, hikaye parçalarını metaforlar olarak kuran, hikayeyi bir düşünme aracına dönüştüren denemeye benzer metinlerle karşı karşıya kalıyoruz. Orçun Ünal’ın bu kitaptaki öyküleri de bize bir hikaye anlatmaktan ziyade okuru bir düşünme etkinliğine davet ediyor. Postmodern estetik diyebileceğimiz bu tarzın karakteristik özelliklerinden biri de gerçeğin katmanlı ve bölünmüş yapısına uygun olarak metin-okur-yazar ilişkisini merkeze almaları, yazarın ana karakter olarak yer aldığı ve yazma sürecinin kendisinin konu edildiği, yazma ve yaratma ilişkisi üzerinden dramatik bir çatının kurulması olduğunu söyleyebiliriz. Güncel edebiyatı yakından takip eden herkesin en az bir kez bu tarz bir metinle karşılaştığından eminim. Orçun Ünal’ın ikinci öykü kitabında da yazarın yaratma eylemi üzerinden kendisiyle bir muhasebeye girdiği öykülerle karşılaşıyoruz. Benzer şekilde, “Azakrib Ya Da B.B. Otobüste” adlı öykü, bir ölüm anını tasvir ederken fiziksel, metafiziksel ve nörolojik açıklamalarını yapıp son olarak da verdiği edebi açıklamada tüm bunların yazarın avuntuları olduğunu söylemesi, edebiyat-gerçeklik ilişkisinin bu yeni boyutuna ayna tutar cinsten.


Hülasa, Orçun Ünal’ın Bu Ben Değilim nam kitabı insanın varoluşunu ve gerçekliği sorgularken postmodern estetiğin imkanlarını kullanan öyküleriyle okuru düşünmeye ve gerçekliğin halkalarını çoğaltmaya davet ediyor.

 

 

 

 


 

 

 

Görsel: Kaan Bağcı

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.