Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gerçekle fantastiğin dostluğu



Toplam oy: 1365
Carlos Fuentes
Can Yayınları
Öykülerdeki çiftlerin birbirleriyle olan öfke ve intikam dolu ilişkileri Meksika tarihiyle iç içe geçiyor. Öfke ve intikam, grotesk yaratıklarda vücut buluyor ve çirkin yüzünü gösteriyor okura.

 

'Dostlarım bana her zaman Vlad der.' Carlos Fuentes ile Kaygı Veren Dostluklar.

 

Hemingway’in ünlü 6 kelimelik öyküsünü bir istisna kabul etsem bile; yazının, karakter sayısı ile sınırlandırılmasına alıştığımız bu dönemde dahi, Carlos Fuentes’in romancı olduğundan daha iyi bir öykü yazarı olduğunu iddia etmeye cesaret edebilir miyim? Öykü yazmanın kayda değer bir edebi gayret olduğunu kabul etmekten söz ediyorum.  Öykü yazanları, “yazarlar kulübüne” kabul etmeden önce bekleme odasına tıkan zihniyeti bırakmaktan.



Occam’ın usturası



Fuentes, romanlarında, anlaşılmaz kıldığı sembolleri, gizemli karakterleri çözümlemektense, sosyal ve politik hiciv aşkına yoldan sapar. Occam’ın usturası sanki öykü yazarken devreye giriyor ve en kısa anlatı en doğru olandır dedirtiyor bir kere daha. Öykülerdeki karakterler, kimlik bunalımlarını geçmişin iz düşümleriyle yüzleşerek anılyorlar. Ancak bu yüzleşme anı, öykünün kreşendoya ulaşma noktası olsa da, çok geçtir karakterler için. Son, yakındır. Son geldiğinde aydınlanma da gelir. Mutsuz ama ivedi son. Usturanın başarısı: 6 öyküden oluşan Kaygı Veren Dostluklar.

 

 

Fuentes’in edebi meselesi aslında romanlarında da, öykülerinde de aynı. Yabancılaşmış, yolunu şaşırmış, yozlaşmış olduğunu düşündüğü entelektüelleri kendine kahraman seçerek; onları inadına folklorun, efsanenin, mitolojinin, tarihin içine yolculuklara gönderiyor. Umuyor ki, bu yolculukların sonunda, ait olduğu kültürün farkında yeni bir modern Meksikalı kimliği doğsun.

 

Büyülü gerçekçilik



Latin Amerika edebiyatının neredeyse tekeline aldığı büyülü gerçekçilik, belki de tanımı en kolay edebiyat türü. Adı üstünde. Formülü basit. Entelektüel karakterlerin, sıradan günlerinin rutin detaylarıyla bir gerçeklik yarat. Sonra bu gerçekliğe fantastik, doğaüstü varlıklar ekle. Gerçek karakterleri bu fantastik karakterlerle aynı evrende, aynı zaman düzleminde bir tesadüf eseri buluştur. Dikkat et, her iki tür karakteri de aynı soğukkanlı tonla yaz ki, inandırıcı olsun. Gerçekmiş gibi olsun. Okuru heyecanladırmak, meraklandırmak gibi yönlendirici gayretlerin olmasın. Bu yarattığın büyülü gerçekçiliğin alt okumalarını, politik ve toplumsal hicivleri stratejik yerlere eklemeyi unutma. Hele de bir de Latin Amerikalıysan zaten senden başka bir edebiyat türü beklenmeyecek. Katagorize olmuşsun bir kere.



Fuentes, kitabın açılış öyküsü Tiyatro Aşığı’nda, “Yalnızlık, İspanyol asıllıları korkutmaz. Biz onu işleriz, geliştiririz, kitaplarımızın başına –kitap adı olarak- koyarız…Yalnızlığı rüyayala yerinden edebilir, dostluğun yerini hayallerle doldurabiliriz” diyerek Marquez’e gönderme yapıyor ve kendi kendini kategorize ediyor, bize okuyacağımız sayfaların büyülü gerçekçilik türünde olduğunu muştuluyor.



Yalnızlığı yok etmek için, Fuentes’in menüsünde, etraflarında tanıdık bir mitos dolaşan popüler kurgu karakterler var. Kim Ophelia’nın, Drakula’nın, Uyuyan Güzel’in dostluğunu kaygı verici bulabilir ki?

 

 

Büyülü gerçekçilik sadece Latin Amerika folklorundan kaynaklanır diyemem. Ancak, tür edebiyatı yapıyorsanız türün sınırlarından taşmadan sınırları genişletmeyi başarmak gerekiyor. Büyülü gerçekçilik, Fuentes’in elinde, gerçek olanla fantastik olanın bileşiminden daha büyük bir paradoksa dönüşüyor. Başka ikili zıtlıklar da barındırıyor:



Yaşam ve ölüm. Geçmiş ve şimdiki zaman. Kadın ve erkek. Vatan ve gurbet. Mit ve tarih. Beyaz ırk ve yerli ırk. Entelektüel ve spiritüel. Mantık ve hayalgücü. Avrupalı ve Latin. Uygar ve ilkel.



Dördüncü duvar



Fuentes çözümü yine Tiyatro Aşığı adlı ilk öyküde söylüyor bana. Günlerce karşı apartmandaki bir kadını pencereden gözetleyen, sonra kadının tiyatroda Ophelia’yı oynadığını fark eden kahraman, diğer hikayelerde ihtiyacım olacak bütün ipuçlarını veriyor farklı gerçeklik boyutlarıyla ilgili: “Oradayım ama yanılsamanın kendisi beni sahneden ayırıyor. Ben senaryonun dördüncü duvarıyım.”



Sırtını dördüncü duvara vermiş, yaşama izleyici olarak bakan karakterler fantastik boyutu önce görmeyi, sonra uzunca bir süre gözlemlemeyi başarıyor. Uyuyan Güzel’de, karısını dokunuşuyla diriltmeye çalışan doktoru bir perde arkasından izleyen adamın tiyatro aşığı karakterden farkı yok.

 

 

Dünya, ampirik ve nesnel algılanır, değil mi? Ama ya bu limitli bir algıysa, daha fazlasını görmek, gözlemlemek mümkünse? Zamanın paralel akmadığı, farklı varlıkların yüzeye çıktığı bir boyut da algılayabilenler için gerçeğin tamamlayıcı bir parçasıdır. Fantastiği görebilmek için, o boyuta geçebilmek için, eğitimli, çoğu kez de sanatsal bir göze sahiptir Fuentes’in karakterleri. Tiyatro Aşığı’nda bir film montajcısı, Calixta Brand’de bir yazar, Uyuyan Güzel’de bir doktor, Vlad’da bir avukat.



Ayna


Uyuyan Güzel adlı öyküden öğreniyorum ki, ayna Meksika’da keşfedilmiş. Parlatılmış metaldenmiş ilk aynalar. İlham kaynağı ise Meksika çöllerindeki optik yanılsamaların yarattığı seraplarmış. Fuentes, aynayı yüzeydeki gerçeğin ötesini görmemizi sağlayacak bir gereç ve mazeret olarak kullanıyor: “Suymuşçasına içinden geçebildiğimiz aynalar. Bir gerçeklikten ötekine geçebilmek için içine girilebilen, dikey konumdaki sıvı. Aslında yaşamdan ölüme geçiliyordu.”



Dostlar’da aynasız tıraş olmaya çalışan Alex’in, Vlad’da aynasız evde yaşayan Kont’un yaşayan ölüler olduklarını sonradan anlıyoruz.  Tahmin edeceğiniz gibi, Kont, Drakula’nın ta kendisi!

 



Meksika inanışına göre hiçbir varlık tam olarak ölmez, ama dönüşür. Geçmiş, fırsatını bulduğunda dirilir, gömüldüğü derinliklerden çıkar ve modern yaşama sızar. Ayna, ezoterik bir sembol olarak, var olanı bütünüyle gösterir. Görmek istediklerimizi ve görmek istemediklerimizi. Yansımayı görmek için aydınlık, aydınlanma gerekir. Böylece açılan göz fantastik dünyaya geçebilir.



Korku



Fantasmagori burada başlar: Gördüğüne ne kadar inanırsan o kadar gerçeğe dönüşür. Gerçek olmayandan korkmaya şartlanmışız oysa.

 

 

Korku, inanmaktan kaynaklanıyor. Fantastik varlıkları bir şeylerin çirkinleştirilmiş sembolleri ve metaforları olarak görmeye çalışmak büyüyü bozuyor, korkuyu ortadan kaldırıyor. Ancak, bu bir eleştiri yazısı olduğuna göre, alt okumaları yok sayamam. Yine de, yazının sonunda farklı bir okuma açısı önerebillirim size.



Alt okuma



Öykülerdeki çiftlerin birbirleriyle olan öfke ve intikam dolu ilişkileri Meksika tarihiyle iç içe geçiyor. Öfke ve intikam, grotesk yaratıklarda vücut buluyor ve çirkin yüzünü gösteriyor okura. Elit, entellektüel, öncelikli sınıfın vicdanıyla hesaplaşmasıdır karakterlerin karşısına çıkan yaratıklar.



İkili ilişkilerdeki hastalıklı çatışmalar, hastalıklı bir toplumun da göstergesi. Yüzeydeki uyum, doğaüstünün günlük hayata sızmasıyla bozuluyor. Bu kırılıma noktası toplumdan uzaklaşma ve eve kapanmayı doğuruyor.



Geçmişle ve ülkeyle kurulamayan uyum, sevgiliyle de kurulamıyor. Hem toplumsal hem bireysel bazda ayrılık ancak taraflardan birinin diğerini yok etmesiyle mümkün. Ancak nafile, mutluluk getirmeyen bir son bu.



Avrupa özentisi, yarım kalmış devrim kalıntıları, kapitalist aç gözlülük, ırk ayrımı, kadın erkek eşitsizliği, gelir farkı Fuentes’in politik ve toplumsal hicvinden payını alıyor.



Kork ve kaç!



Büyülü gerçekçilik, mitolojiyi kültüründe barındırmayan steril Batılı okurun hayret içinde; kültürü mitolojiyle iç içe geçmiş ülkelerden gelen okurun ise içgüdüsel bir kabullenmeyle okuduğu bir tür.



Büyülü gerçekçilik kabul edilmiş bir edebiyat türü. Bu nedenle kaçış edebiyatı olmak için  fazla saygın; barındırdığı alt okumalarla fazla sofistike bulunabilir. Ancak kim tutabilir kendini bu doğa üstü fantasmalarda yitirmek, korkarak eğlenmek isteyen bir okuru? Yazıldığı tür yüzünden okurun okuma deneyimi akademik bir teste dönüşmek zorunda mı? Kim istemez bir Drakula, bir Hamlet, bir Uyuyan Güzel fantazisinin içinde bulmak kendini? Ölü Teyzeler ile tanışmak? Kedi Estrellita’nın tüylerini okşamak?



Fuentes entelektüel, sofistike bir okur için yazıyor. Kendinize bir iyilik yapın ve alt okuma radarınızı kapatın. Alacağınız zevk, sağladığı kaçış paha biçilemez olacak. Yoksa kolay bu canavar hikayelerini modern insanın gölgeleri uzun umacıları olarak görmek, tespitler yapmak. Neden? Kimin işine yarayacak? Kimi tatmin edecek? O kadar alışmışız ki yorum yapmaya, asıl anlamı bulup çıkarmaya, satıraralarında saklı hazineler bulmaya. Okumanın gerçek zevkini kaçırıyoruz bazen. Bazen sayfada ne yazıyorsa sadece onu okumak en büyük macera olacaktır.



Rahatlayın, kendinizi bu alacakaranlık öykülerine bırakın. Kendinize birazcık korkmak için izin verin. Karakterlerle özdeşleşmeden, kendi yaşamınızın izdüşümlerini hikayelerde aramadan, kabusların ve korkutucu varlıkların gerçek yaşamda neyi ve kimi temsil ettiğini çözmeye çalışmadan tadını çıkaralım bu dostlukların. Kaygılanacak bir şey yok, bana güvenin.









Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.