Modern zamanların en büyük semptomlarından biri, insanda baş edemeyeceği bir geç kalmışlık duygusu uyandırması galiba. Erken kalkıp işe yetişmek, otobüsü kaçırmamak, faturaların gününü geçirmemek, ilişkileri düzenlemek, görüntüleri yakalamak ve..."belki bir gün"ler. Bitmek bilmez bir koşturmaca. Kafanı kaldıramama ya da başka bir tarafa çevirememe; hatta çevirmeyi bile akıl edememe. Giderek ağırlaşan bir bunaltı. Çoğaltılan güvensizlikler. Sonrası çaresizlik. İnsanın sıkışıp kaldığı köşelerin git gide artması.
Bir tür suçluluk duygusunu paylaştığımız açık aslında. Yalnızca bunlar da değil tabii. Benim açımdan, okunmuş ya da okunacak kitaplar da bu geç kalmışlık duygusundan paylarına düşeni alıyorlar. Oysa saatlerin peşini kovalamadığı bir okuma güzergâhı belirlemek, adımlarını en azından kendi okuma serüveninin aktığı mecraya göre atmak çok mu zor? Bu koşturmacanın dışında kalmayı tercih etmek günümüzde iyiden iyiye bir tavır gerektiriyor gibi geliyor bana. Her çıkan kitabı ânında okumanın, yaşamımızdaki karşılığını sorgulamaksızın üzerine yüzeysel tanıtımlar yazmanın akıntıya kapılmaktan başka ne anlamı olabilir ki? Karşılıksız okumaların karşılıksız yazıları. Yazarının adını silip istediğiniz birinin adını yazabileceğiniz anonim metinler.
Daha az kendin olmak
Tıpkı hayatların da anonimleşmeye başladığı gibi... Bir şeylere yetişmek ya da bir şeyleri yetiştirmek neredeyse sıvılaşmış, hayatın bütününe yayılır bir hale gelmiş durumda. Daha kötüsü, hayata bir anlık değil, boğucu bir süreklilikle hükmediyor olması. Farkında olalım ya da olmayalım, bu durumun varacağı yer belli aslında: Daha az kendin olmak.
Eksilmiş/eksiltilmiş bir yaşamı sürmeyi hiç fark etmeden kabullenmeye başlamak. Ve giderek, sahici bir Ben’in, avuçlarından kayıp gittiğine, başka bir deyişle kendi kendinin uzağına düştüğüne tanık olmak. Sıkışmış zamanlarda hiçbir zaman sahici bir hesaplaşmayı gerçekleştirememek. Hayatın bir bilançosunu çıkaramamak; çok ender, sıkışma anlarında çalakalem çıkarılmış bilançolara ise sanki kendinin değilmiş gibi hayretle bakmak. Ödeşememek. Boy ölçüşmekten kaç(ın)mak. Kaçımız, ölürken Cemal Süreya’nın dediği gibi “Üstü kalsın” diyebilecek? Kaçımız, Necatigil’in “geniş zamanlar”a ertelediklerimize ilişkin dizesini hatırlıyor? Görmezden gelmeye çalıştığımız, çoğunlukla kendi hayatımız oluyor galiba. Iskalanansa koca bir dünya.
Hayatın, bir bütün olarak, teorisini ya da bilimini yapmak; onu nesneleştirmek; araya mesafe koymak kimsenin kolay kolay yadsıyamayacağı farklı türden bilgi birikimlerine yol açsa da, bir yandan da, hayatla kurduğumuz bağın canlılığının yitirilmesine, en azından tek bir boyuta indirgenmesine sebep oluyor. Merleau-Ponty tam da bu bağlamda, hayatın teorisini yapmadan önce onunla olan karşılaşmamıza dikkat çekiyor. Bu karşılaşma ânının gizemi belki de yitirdiğimiz en önemli şey. Çünkü bu durum artık, “dünyanın kumaşından yapıldığımız”ın da ayırdında ol(a)madığımızın bir göstergesi. Zihin-beden, ben-başkası gibi ikiliklerin önkabuller halinde yaşamlarımızda ve zihinlerimizde yer işgal etmeye başlamaları daha baştan başka türlü olabileceklerin de önüne set çekiyor. Sınırlarda gezinmeye, alışkanlıklar devşirmeye, dışarı çıkmamaya, hareket etmemeye, konuşmamaya, anlamamaya, kapıları tümden kapatmaya başlıyoruz – üstelik de kendiliğinden, büyük bir rahatlık ve gönüllülükle.
Merleau-Ponty başka bir kapıyı aralıyor
Merleau-Ponty’nin bu sınırboylarında gezinmenin sıkışmışlığından kurtulabilmek için gözlerini sınırın öte yanına dikmesi ise başka bir kapıyı aralıyor. Modern zamanların klasik kavrayış biçiminin sırtını dönerek yanılgılarımızın kaynağı saydığı algı deneyimine iade-i itibarda bulunuyor. Üstelik hiçbir bilimsel ya da düşünsel katkıyı yadsımadan; ama kendisi gibi çalışmayan ve “yasalara varmayan bütün araştırmaları bilimin yanılsama diye yadsıma ya da dışlama hakkı var mı?” (s. 15) diye sormayı da ihmal etmeyerek. (Yoksa, şiiri nereye koyardık ki zaten?)
Burada farklı bir insan kavrayışına uzanacak olmanın belirtileri görmezden gelinemez. Çünkü artık, tarihdışı bir zihne sahip, bedenini yadsıyan, algıyı geleneksel anlamda yanılgılarının kaynağı sayan bir insan gitgide silikleşiyor. Etrafımdaki her şey benim üst ve katışıksız bir zihinle yöneldiğim nesneler olmaktan çıkıp beni var eden, bana seslenen ve kendimi diyalog içerisinde bulduğum şeyler haline geliveriyor. Böylelikledir ki, Sartre’ın dediği gibi limonun ekşiliğini sarılığında tadıyoruz ya da Cézanne’ın, ağaçların kokusunu resmedebilmek gerektiğini söylediğinde ne demek istediğini anlayabiliyoruz. Algımıza konu olan dünya, sandığımızın aksine, dışarıya iteklemiyor bizi.
"Başkası"yla olan temasımız
Bunların ilk bakışta yadırgatıcı belirlemeler olduğunu biliyorum; ne de olsa bambaşka bir düşünme biçimi önerisi bu. Ancak, hayatı deneyimlemede onun teorisini yapmanın dışında, koskocaman bir onu nasıl algıladığımız sorunu yatıyor. “Başkası”yla olan temasımız da bu tutumun bir uzantısı. Çoğunlukla indirgemeye, görmezden gelmeye meyyal olduğumuz Başkası, bu dünyanın tanıklığını yaparken yanı başımızda olan yegâne varlık aslında. Tekilliğimizi ve çoğulluğumuzu aynı anda bize hatırlatan biri. Yöneldiğim, anlattığım, dinlediğim, bazen kaçtığım bazen yanına sokulduğum, görmeyi ve görülmeyi talep ettiğim bir başka Ben.
Kısacası, çelişik duygularla ama hep yan yana durduğum biri. Merleau-Ponty’nin tespit ettiği bu varoluşsal durum nedeniyle sürekli bakmak, konuşmak, anlatmak, belirsizlikleri gidermek, ama yeni belirsizliklerin de karşımıza çıkacağını bilmek durumundayız. Uzlaşma, hemfikir olma hem çok yakın hem de hiç ulaşılamayacak bir yerde. Bu çelişkili durum, insanın yazgısı bir anlamda. Ama öte yandan, hayatın durağan bir şey olmadığını kavrayabilmenin, onunla aynı ritmi vurabilmenin belki de tek olanağı.
Dikkatle bakıldığında, tüm bu belirlemelerle yazının başında değindiğim soru(n)lar arasındaki kılcal damarları görmek mümkün. Zaten sahici yaşamlar sürdürebilmek adına çıkaracağımız bilançoları denk getirebilmenin, Dünya’nın çağrısına kulak vermek dışında bir yolu var mı?
Yazınıza hayran kaldım açıkçası.Bu siteyi yeni keşfettim ve çok beğendim.Hatta geç keşfettiğim için üzüntü içerisindeyim.Sizi sürekli takip edeceğim.Kolay gelsin.
Yeni yorum gönder