Eski uygarlıklardan günümüze armağan gibi aşk, hiciv, inanç, övgü, eleştiri, sevinç şiirleri, türküler, ağıtlar, ninniler, güzellemeler... Talât S. Halman tarafından derlenen Eski Uygarlıkların Şiirleri’nin ilk baskısı 1974’te yapılmış. Türkiye İş Bankası, ömrüm(üz)e denk gelen yıl sonra, kitaplıklarımıza hediye ettiği bu ikinci baskıyla insan’ın daha bir özüne daha bir yaklaşma fırsatı sağlamış oldu. Sıkıştırılmamış yazı tipi ve boyutuyla, ferahlık verici 653 sayfa... Koca bir insanlığın duygu, düşünce, düş ve davranış durumlarının özeti de denebilir bu altı yüz elli üç sayfaya. Birbirinden farklı uygarlıkların kültürleri, sanat gelişimi, estetik algısının izlenişi. Mekân ve zaman farklılığına rağmen insanın ve yaşamın ortak özelliklerine bir kez daha tanıklık. Kitapta yer alan pek çok şiir, kültürler arasındaki farklar ve benzerlikler açısından iyi bir kaynak olarak önerilebilir.
Sümer, Mezopotamya, Mısır, Hitit, Sanskrit, Yunan, İbrani, Çin, Arap, Japon, Fars, Aztek, Maya insanının edebiyatından, yazıtlar, papirüsler, anıtlar, defterlerden koşup gelen, koşarken de şiirleşen metinlerin alındığı bölüm “Eski Uygarlıklardan Yazılı Şiirler”i oluşturmakta. Bu bölümdeki Mezopotamya, Mısır, Sanskrit şiirinin tarihi baştan sona izlenebilmekte. Dil, tür, üslup, kültür açısından devamlılığı olan İbrani, Çin, Arap, Japon, Yunan vb. edebiyatlar için M.S. 1000 yılı bir kesinti noktası olarak alınmış. Eskimo, Afrika, Kızılderili, Pasifik toplumlarının sözlü geleneğinden süzülmüş gelmiş olanlar ise “Uzak Uygarlıklardan Sözlü Şiirler” bölümünde sunulmuş. Buradaki ‘uzak’ coğrafi mesafeyi ve kültürümüzden farklı özelliklere sahip olunduğunu ifade etmekte. Bin üç yüze yakın örnek, lirik söyleyiş… Lirik şiirler, türküler ve farklı türlerden alınan lirik pasajlar. Çevirilerde serbest ölçü olduğu gibi, uyaklı uyaksız aruz ve hece ölçüsü de kullanılmış.
“Gitgide daha iyi anlıyorum ki şiir bütün insanlığın malıdır...” demiş Goethe. Talât S. Halman ise şöyle diyor: “Eski Uygarlıkların Şiirleri, insanlığın manevi ve duygusal varlığının çağları ve sınırları aştığını ve –dillerimiz ve geleneklerimiz ne kadar değişik olursa olsun- aşkta, yaşamak sevincinde, inançta, ölüm korkusunda, adalet ve iyi yönetim özlemimizde, üzüntülerimizde, gözyaşlarımızda ve kahkahalarımızda –daima ve her yerde- birleşik olduğumuzu da göstermektedir. Belki bu kitap, insanlık tarihinin her döneminde, her uygarlıkta, her tür ve tarzda güzel şiirler yaratılmış olduğunu belirtmeye yarayacaktır.”
Her zaman el altında tutulacak, şansımıza sayfalar açılıp fallar bile tutulabilecek, zihnimizi ve haz yetkinliğimizi parlatacak bu derlemeden işte birleşikliğimize birkaç örnek:
“Ölüm kadar güçlüdür Aşk.
Gölgeler ülkesi gibi
Çeker insanı kıskançlık.
Aşk tutuşur, yangın olur
Tanrısal alevler gibi.
Ne deniz söndürür Aşkı,
Ne de seller boğabilir.”
M.Ö. 12. yüzyılda başladığı sanılan İbrani şiirinde yapılan bu aşk tarifi... Yok birbirimizden farkımız... İster yüzlerce yıl önce yaşamış olalım, ister kilometrelerce uzak topraklardan geçip gitmiş... Aşk hiç değişmemiş, değişmez de. Teknolojinin kolaylaştırdığı günlük hayat ayrıntılarıdır değişen, insan değişmez, insanın en savunmasız olduğu bu duygu durumu hele hiç.
Şiirinin kökleri M.Ö. 2000 yıllarına dayanan Eski Mısır’dan tasavvuf ilmini, Yunus’un dizelerini çağrıştıran Tanrı anlayışı için bir güzel örnek:
“Tanrım, dostum, can yoldaşım:
Bayılırım sana dalmaya,
Yıkanmaya senin tatlı sularında.
Bak gör bendeki güzellikleri.
Üstümdeki ıslak mintan
Firavunlara yaraşır ketenden.
Dalıyorum sulara seninle.
Sulardan seninle çıkıyorum.
Şipşirin bir al balık tutuyorum
Suyun dibinde ellerimle.
Bak gör bendeki güzellikleri.”
Yine Eski Mısır’da, günümüz dünya düzeninin dayattığı “güzel yaşam” anlayışı içinde kıvranan insan doğasına şöyle bir çözüm önerilmekte:
“Tanrının elinde yoksul musun?
Eksik olsun ambarlarda servet.
Yüreğin şen mi, içim ferah mı?
Olmaz olsun
Üzüntü kumkuması zenginlik.”
Eskimo anasının yaktığı türküdeki şu sevinç ortak yaşama sevincimiz değil mi?
“Evin içi sessiz mi sessiz,
Evin içinde çıt yok,
Kar fırtınası kuduruyor dışarıda.
Burunlarını kuyruk altına kıstırıp
Tortop olmuş köpekler.
Küçük oğlum uyuyor kerevette,
Sırt üstü, ağzı açık, soluyarak;
Minicik karnı yusyuvarlak.
Sevinçten ağlasam deli mi derler?”
Doğayla yakınlığı hiçbir başka toplum benzemeyen Kızılderili’de ise türkülerin yakıldığı şeyler say say bitmiyor. Rüzgâr, üzüm, kutsal sırık, kargayla baykuş, karanlık, şifa, sevgi, büyücü, ağaçlar, gök gürültüsü, fare, köpek, ok, savaş, dostluk, boğa, davul, ölüm, kelebek, pekmez, bahar, düş, beşik, maskeli oyuncular, inanç türküleri... “Ağlam,. / Ölmüyorum.” Ya da psikolojide “davranış kopyalama” ve “sosyalleşme ihtiyacı” denen durumu da içeren ama asıl hoşgörü, paylaşım ve iletişimin gücünü ifade eden şu şiir... yıllar ve mesafelerden kopup gelmiş:
“Üzücü bir şeydi yaptığın;
Üzücü bir şeydi.
Ama, birlikte çubuk tüttürüyoruz şimdi,
Duman birikip birleşecek içimizde.”
Son olarak, Babil dilinde yazılmış şu yaratılışın başlangıcını tarif eden dizeler.
“Gökler yoktu bir zamanlar,
Yeryüzü yoktu, yükseklik ve derinlik,
İsim yoktu.”
Yeni yorum gönder