Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hatıra sarayda oturmaz



Toplam oy: 736
Refik Durbaş
Doğan Kitap
Refik Durbaş’ın anlattığı hikayelerle, edebiyatımızın güzel insanları, kıyıda köşede gözden kaybolmuş özellikleri ve hatıralarıyla yeniden aramıza katılıyor.

Herkes hatıraları kadardır. Biri bu sözü çok önceden söylemiş olmalı; eğer söylenmediyse yaşadıklarımızın arkasında, önünde, yanında durmayı asla becerememişiz demektir. Kimi hatıralar yalnızca kişinin kendi mutluluklarıyla, kederleriyle unutulmazlar arasına girer. Kimi hatıralarsa psikolojiyi altüst eden trajedilerden, facialardan, felaketlerden nemalanır ve ömür boyu başa illet olur. Halbuki bir tür hatıra daha vardır ki başkalarına da lezzetlidir. Güncellikle bağını kopartmış, “tarih magazini” başlığı altında toplanabilecek, ilgilileri meraklandıran bir tür entelektüel dedikodu, tevatür sayılan nokta atışlar, belgeler, iddialar, günlükler ve şehir efsaneleridir onlar.

Pürdikkat incelediğiniz, takip ettiğiniz -başta edebiyatçılar olmak üzere- tüm sanatçıların hayatları ister istemez eserlerinin çözümlenmesinde, yaptıkları göndermelerde, hayal güçlerinin çekirdeğinin nerelere uzandığını varsaymada bize yol göstericidir. Van Gogh’un neler yaşadığını bilmesek elbette resimlerinin değeri azalmaz ama olup bitenden kısmen haberdarsak bakışımız derinleşir, gördüğümüz şeylerin ahengi değişir, hatta yorumlarımız, eleştirilerimiz farklılaşır. Bu bilgiler senaristlerin, oyun yazarlarının, kısaca insan arkeologlarının işine de gelir. Yahya Kemal şiirine aşinayızdır mesela, ancak ne yaşadığı, ne düşündüğü, ne hissettiği konusunda yetersizizdir. Sait Faik için de durum aynı, Oğuz Atay için de, Cahit Sıtkı için de, Tevfik Fikret için de. Liste kabarıktır. Korkuları, hobileri, takıntıları, cinsel tutumları kaybolup gitmiştir; nedeni ya olup bitene canlı tanıklık edenlerin şimdi ölmüş olması ya da bunları toplumla paylaşmanın genel değerleri zedeleyeceği/sanatçıya zarar vereceği endişesidir.

Elbette her sanatçının ilgi çekici bir hayat sürdürdüğü iddia edilemez veya geniş kitleleri etkilemeyen biriyse unutulması mümkündür. Yine de bana benzer kitap kurtlarının içinde ukdedir: “Nasıl biriydi acaba? Bir günü nasıl geçerdi? Dönemi, çevresindeki arkadaşları hakkında biriktirdikleri nelerdi?”

Ondan geriye kalan nesneler küçük ipuçlarıdır aslında; bir yazı takımı, bir çakmak, bir gözlük, bir kıyafet hatıraları şekillendirebilir ama gerçeği dile getirmez. Sanatçıya dair müze enstrümanlarıdır o nesneler. Gider, gezer, belki hüzünle gülümser, çıkarız: Nesneler ketumdur; ser verir, sır vermezler. Çok şey bildikleri kesindir, saklarlar, konuşmazlar.

Sanatçılar aramızdan ayrıldıkları anda özel hayatları biter. Özel hayatları anonimleşir. Hayatları bizim hayatımızdır artık. Herkes nasıl kendi özel hayatına sahipse onların hayatlarına da sahiplenme güdüsüyle her şeyi öğrenmek arzusuna kapılırız. Veya herkesi buna ortak etmeyeyim, en azından benim açımdan öyle. Nâzım’a, Rimbaud’nun bir kısmına, Lorca’ya, Orhan Veli’ye hâkimiyetimiz mümkün; peki Asaf Hâlet Çelebi ne olacak? Neyzen Tevfik ne olacak?

Hatıralar kiminse amaç onu yargılamak, küçümsemek, reddetmek değil, tam tersine onu daha iyi, daha yakından tanıma şansını yakalamaktır. Bebek’te tek başına içen bir Edip Cansever’in o dakika aklından geçenleri merak etmeyen bir şiir okuru boşunadır. Modigliani’ye düşkünlüğüm yaşadıklarıyla yüzleştiğimde aniden artmıştı. Nietzsche’nin Wagner Kaosu, yazdıklarını deşerken hep cebimdeydi. Metin Altıok’un katlini umursamasak şiiri can yakma seviyesini aşağı çekebilir. Bu hayatların tamamı katalizör. Hem o insanları köpürtüyor, hem eserlerini hem de bizi. Birlikte köpürmemiz şart zaten.

Usta şair Refik Durbaş derdime, bu zaafıma derman olmuş ve müthiş bir kitap, bir hatıra arşivi hazırlamış: Şiirin Gizli Tarihi. Yüzlerce hissi uyandıran isim birbirinden ilginç hatıralarla bir resmigeçide katılıyor. Orhan Veli’nin yatacak yer olmadığında dost evinde duvara dayanarak uyuduğunu kaç kişi bilir aranızda? Bunu fark eden kişinin o gece aynı evde kalan Yaşar Kemal olması da mı tuhaf sayılmamalı? Turgut Uyar’ın boksör olma hevesinden haberdar mıydınız? Refik Durbaş o şahane duru diliyle böylesi hikayeler anlatıyor okura; edebiyatımızın güzel insanları, kıyıda köşede gözden kaybolmuş özellikleri ve hatıralarıyla yeniden aramıza katılıyor. Ete, kemiğe bürünüp yazdıklarıyla kütüphanemizde ışıldıyor, koltukta yanımıza ilişiyorlar. Onları neden bu kadar çok sevdiğimizi hatırlamamız için bu hatıralar. Refik Durbaş unutulmalarına engel teşkil ederek sıradan insanın hataları, doğrularıyla bir kez daha sil baştan tanımlıyor onları adeta. Bu tür kitapların çoğalmasını istiyorsunuz okurken.

Umutlarımızın, acılarımızın, sevinçlerimizin virtüözü edebiyatçılarla buluşmak için randevu değil, bu kitabı almanız hakkınızda hayırlı olacaktır.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Ömer Faruk Yaman

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.