Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayat Atölyesi



Toplam oy: 1047
Murathan Mungan
Metis Yayınları

Murathan Mungan, çok yazan çok okunan yazarlardandır. Her yıl birden çok kitap yayınlar. Bunların bazılarına, özellikle roman türünde olanlarına özel önem verir tanıtımına yoğunlaşır ama bazılarını hemen hiç tanıtmadan okuyucunun himmetine bırakır. Özellikle şiir kitapları ve yazılarının toplamından oluşturduğu kitapları bu türden okurun arayıp bulması istenen kitaplardır. Neyse ki Mungan’ın sadık bir okur kitlesi vardır, o yeterince duyurmasa da kitaplarını alıp okurlar.

Murathan Mungan’ın yeni kitabı Hayat Atölyesi (Metis yay.) de bu tür üzerine düşmediği kitaplarından. Mungan her yazdığını kitaplaştırmayı seven yazarlardan. Yazdıkları dergi, gazete sayfalarında yitip gitmesin diye bir anlam içerecek toplamlar halinde kitaplaştırıyor. Hayat Atölyesi de bu tür bir toplam. Mungan’ın giriş yazısında belirttiği gibi Hayat Atölyesi adını 2002 yılında Milliyet Gazetesi’nin haftalık kültür-sanat ekinde tam sayfa olarak yayınlanan yazılarından alıyor. Gazetede yapmak istediği, “bir yazarın masasının üstünü, okuduklarını, seyrettiklerini, izlediklerini; bunların çevresinde örgütlenmiş gündelik yaşamını tam sayfa okura açan bir tür ‘kültür-sanat günlüğü’ tutmak”mış. Mungan bu arzusunu büyük bir oranda sayfasında gerçekleştirmiş. Okuduğu kitaplar, gittiği sergiler, dinlediği müzikler, seyrettiği filmlerden söz etmiş. Bu yazılardan Murathan Mungan’ın iyi bir entelektüel, dikkatli bir sanatsever olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Paylaştıkları gerçekten de kayda değer ve gündemi sıkı takip edemeyen okurlar için uzmanını elinden çıkmış bir tür sanat rehberi.

Murathan Mungan, bir yandan bilgilendirir, kendi ilgi alanlarına okurun dikkatini çekmeye çalışırken bir yandan da kendi okurunu ya da kendine yeni okurları eğitiyor. Sadece gazete yazılarından tanıyıp daha sonra kitaplarını okuyacak olanlar için bir tür ön hazırlık kursu gibi yazılar.

Murathan Mungan, yazıları derleyip kitaplaştırırken hem bir ön eleme yapmış, zamanın yıpratıcılığına dayanamayan, çok güncel bölümleri elemiş, hem de kimi düzeltmeler, kısaltmalar, eklemeler yapmış. Hayat Atölyesi, 17 Ocak 2007 tarihli yazı ile başlıyor. Sanırım burada bir yazım hatası var, doğrusu “17 Ocak 2002” olmalı. Merih Akoğul’un fotoğrafları, Yıldırım Türker’in dört dizesi, hazırladığı seçkilerden yola çıkarak eski bir dostu, eski bir anıyı yadetmesi, Bejan Matur’un, Erdal Öz’ün kitapları, bankamatikler, ve kitap kapakları ilk yazıyı (ilk sayfayı) oluşturan parçalar. Mungan’ın tatlı dilli, güler yüzlü bir anlatımı var. Bugün okuduğumuzda gündemden çoktan düşmüş kitaplardan, şarkılardan, filmlerden söz etse de keyifle okuyorsunuz. Yazdıklarında bir tür günlük tadı var. Hızla ve keyifle okunuyor.

Ama bu keyifli okumaya, Hayat Atölyesi’ne ulaşabilmeniz için 129 sayfa geçmeniz gerek. Bu 129 sayfada “İstediler Yazdım”, “Sordular Söyledim” başlıklı iki bölüm halinde çeşitli konularda, çeşitli nedenlerle Murathan Mungan’dan istenen yazılar, soruşturma cevapları, yazılı açıklamalar, demeçler var. Bu ilk iki bölümün gerekliliğini anlayabilmiş değilim. Sanırım Mungan, kendisi giriş yazısında aksini belirtse de, başta dediğim gibi “yazdığım hiçbir şey derlenip toparlanmadan, kitaplaşmadan kalmasın” istiyor, bana pek gerekli gelmese de yazar açısından haklı bulunabilecek bir istek. Peki, bu derlemenin yeri burası mı olmalıydı? Sanmıyorum, Hayat Atölyesi’nin güzelliği kendi içinde oluşturduğu parçalı bütünlük, günlük havası. İlk 129 sayfa ne yazık ki bu bütünlüğü bozuyor. Bu düzenleme, bu yazıların kitabın başında yer alması, ilk iki bölümde yorup, okurun kitabın esasını oluşturan Hayat Atölyesi bölümüne ulaşmasını engelleyebilir, geciktirir, kitabı yarıda bırakmasına bile neden olabilir. Murathan Mungan gibi kitabı bir bütünlük olarak gören, kapağından, içindeki yazının puntosuna kadar ince ince düşünen bir yazarın böyle bir bölümleme yapmış olması dikkate değer. Size önerim, işe esastan, okumaya 135. sayfadan başlayın. Deneme, günce tadında hoş bir kitap okuyun. Sevdiğiniz yazarı daha yakından tanıyın, eserlerine yakınlaşın. Onun önerdiği kitapları, şarkıları, filmleri araştırın, peşine düşün. Boş bir zamanınızda da ilk iki bölüme göz atın. Hoşunuza giderse okuyun.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.