Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayat Denilen O Garip Şaka



Toplam oy: 145
Starnone biri çoktan büyümüş, hatta dede olmuş iki çocuğun hikâyesini anlatıyor bize Şaka’da: Daniele Mallarico yetmiş yaşını geride bırakmış, kitaplara çizimler yaparak yaşama tutunan bir çizer. Büyümüş de küçülmüş gibi duran torunu, dedesinin hayatını, geçmişini ve hatta geleceğini sorgulatır. Yoksa, her şey sadece bir şakadan mı ibaret gerçekten de?

Hayranı olduğum, yarattığı “Oulipo” akımıyla edebiyat alanında yepyeni ve oldukça da neşeli bir sayfa açan şair ve yazar Raymond Queneau’nun dilimize Tahsin Yücel tarafından kazandırılan Zazie Metroda romanını bilir misiniz? (Bence bilmelisiniz!) Annesi, küçük Zazie’yi birkaç günlüğüne Paris’e, dayısının yanına getirir. Zazie’nin en büyük isteği metroyu görmektir ama öyle garip olaylar yaşar, öyle acayip insanlarla ve dayısının pek farklı yönleriyle tanışır ki sıra hiçbir zaman metroya binmeye kadar gelmez. Okumayanlar için (günümüz tabiriyle) spoiler vereceğim ama kusura bakılmasın: Romanın sonunda, şu diyalog geçer Zazie ile annesi arasında:

 

 

“Nasıl, iyi eğlendin mi?

“Şöyle böyle.”

“Metroyu gördün mü?”

“Hayır.”

“Ne yaptın peki?”

“Yaşlandım.”

 

 

 

 

Edebiyat, bizi büyüten ayna

 

 

 

Aralık 2018 tarihinde, Bağlar isimli romanıyla (Yüz Kitap) ilk kez Türkçe okuma fırsatı bulduğumuz İtalyan romancı Domenico Starnone’nin, bu sefer Sahip Kitap etiketiyle ama yine usta çevirmen Meryem Mine Çayıroğlu’nun incelikli Türkçesiyle okuruyla buluşan Şaka romanı hatırlattı bana Zazie Metroda romanının muhteşem final cümlelerini. Çünkü edebiyat da hayat gibi bizi büyüten, olgunlaştıran, dünyayı altını çizmeden bizlere sezdiren, açık açık göstermeden birçok duyguyu derinden hissettiren, yaşamlarımıza tutulmuş en büyük aynalardandır. Bazen bir çocuğun gözünden geleceğe, bazen bir yaşlının gözünden geçmişe tutulur bu ayna…

 

 

 

Starnone de Zazie gibi bir çocuğun, aslında biri çoktan büyümüş, hatta dede olmuş iki çocuğun hikâyesini anlatıyor bize Şaka’da: Daniele Mallarico yetmiş yaşını geride bırakmış, dul, hayatını resme adamış ve halen de kitaplara çizimler yaparak yaşama tutunan bir çizer. Bir gün kızı, eşiyle birlikte yapacakları bir seyahat nedeniyle torununa bakması için yanına, bir zamanlar Daniele’nin de çocuk olduğu eve çağırıyor babasını. Daniele daha eve gelir gelmez kızının ve damadının arasının pek de iyi olmadığını görüyor. Ama onu asıl şaşırtan şey, henüz dört yaşındaki torunu Mario oluyor… Büyümüş de küçülmüş gibi duran bu çocuk, gerçekten de büyümüş dedesinin hayatını, geçmişini ve hatta geleceğini sorgulatır. Yoksa, her şey sadece bir “şaka”dan, bir “oyun”dan mı ibaret, gerçekten de?


Geçmişiyle hesaplaşan yaşlı çocuk
Bağlar romanında, bir aldatma hikâyesi üzerinden aile içi ruhsal gelgitleri, kıyımları, değişimleri ve trajedi ile komedi arasındaki gergin durumları oldukça usta bir şekilde, muhteşem bir üslupla ele alan yazarımız, Şaka romanında da ustalığını en üst düzeyde sergiliyor. Yine bir aile hikâyesiyle karşı karşıyayız; ama bu sefer torununda kendisini (tıpkı resimlemeye çalıştığı Henry James öyküsündeki gibi kendi hayaletini belki de) gören ve tüm geçmişiyle hesaplaşan bir büyüyememiş yaşlı çocuğun hikâyesi asıl bizi çarpan.
Nasıl da kırılgan olmuştum. Bir zamanlar yaptığım her bir harekete inanırdım, her iyi kalem darbesiyle bir dağı ikiye yarabileceğimi düşünürdüm… Rüzgârda kalmış, kara göğün altında ezilmiş, yoldan gelen gürültülerden asabı bozulmuş, titrek halimle kendimi gülünç buldum. Hırpalanmış, saçı başı dağılmış, üzerine hırpani bir pantolon geçirmiş yetmiş beş yaşında bir adamdım işte: Çocuğa bakması gerekirken, kendine bile bakamayan biriydim.
Çağdaş dünya edebiyatının en önemli isimlerinden, ödüllü yazar Domenico Starnone’nin Şaka romanı, ister dede olalım ister torun, hayatımıza tutacağımız bir ayna olarak, biz okurlarını bekliyor…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.