Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Hayat Schubert’ten ve yalnızca Schubert'ten ibaretti"



Toplam oy: 1216
Oliver Sacks
Yapı Kredi Yayınları
Müzikofili (Müzik ve Beyin Öyküleri), zengin tıp terminolojisi ile büyük vaha vaat eden, notaların ve ilhamın sesini hissettiren işitsel bir metin.

"Müziğin kavramları yoktur, öneriler ileri sürmez, imgelerden, simgelerden, dilden yoksundur. Temsil gücü yoktur. Dünyayı anlatmaz…" Zihnimizde gezinen ve adının "müzik" olduğunu bildiğimiz yeryüzü dilinin, nasıl olup da yaşamımızı bu denli kuşatabildiği sorusunun elbette tek bir yanıtı olmayacaktır. Dünyayı anlatma ya da birkaç yaşam reçetesi önerme gibi meseleleri olmasa dahi müzik, karşı koyamadığımız biçimde ondan etkilendiğimiz yüce bir sevgili gibi. Herbirimizin sevme nedenleri çeşitlilik gösterse de. Hatta nedensiz sevsek bile…

 

Daha önce, Karısını Şapka Sanan Adam ve Mars'ta Bir Antropolog adlı kitaplarıyla tanıdığımız Oliver Sacks, nöroloji alanında yaptığı araştırma ve çalışmalarla adını duyurmuş İngiliz akademisyen nörolog. Başrollerini Robert De Niro ve bu hafta kaybettiğimiz Robin Williams'ın paylaştığı, 1990 tarihli Uyanışlar filmi, yazarın aynı adlı kitabından sinemaya uyarlandı. Tourette sendromu, demans, otizm, parkinson, amüziya gibi farklı nörolojik rahatsızlıkların müzikle girdiği etkileşimleri araştıran, çoğunlukla da vaka hikayelerine dayanan Müzikofili (Müzik ve Beyin Öyküleri) adlı kitabı, zengin tıp terminolojisi ile büyük vaha vaat eden, notaların ve ilhamın sesini hissettiren işitsel bir metin. Dört bölümden oluşan derleme, çoğunlukla yazarın karşılaştığı hasta öykülerine dayanıyor olmakla birlikte, anlatımda sinema diline yakın bir üslubu benimsemiş olması, okuma pratiğimizde epizodik hastane dizilerinin lezzetini de bırakmıyor değil. Ancak metni daha ilginç ve sürükleyici kılan, yaşamımızın içinde herkesten ve her şeyden çok yareni olduğumuz müziğin, bizim için ne ifade ettiği ya da edebileceği hususunda cömert çağrışımlara açık olması. Öykülerin büyük kısmının yaşanmışlığı da, melodinin ve sözlerin içimizde dokunduğu şeylerin neler olabileceği konusunda kendi yolculuğumuzu salık veriyor.

 

Müziğin evrenselliği klişesi, Müzikofili'de sıkıcı tekrarlar silsilesinden sıyrılıyor. Hayatımızı sağlıklı bir zihinle ya da endişeleri olan nörolojik rahatsızlıkların gölgesinde sürdürsek dahi, birbirimizle etkileşim halinde olduğumuzun, sesle ruhlarımızın hatta bedenlerimizin karşı konulmaz biçimde birbirine erişebildiğinin, müziğin bunu başarma gücünün altını yeniden çizmesi açısından önemli. Üstelik Sacks bu örneklendirmeleri yaparken, duyumsayabileceğimiz sesleri, şahane melodileri birer vaka kahramanı haline getiriyor. Okuma eylemimizi diğer yandan işitsel bir eylemle temasa dönüştürüyor. Bu haliyle derleme, bir salyangozun kabuğunun sessizliğini ya da Sir John Tavener'ın William Blake şiiri olan The Lamb yorumunu, aynı ürpertiyle duyumsayacağımız küçük ölçekte kosmos inşa ediyor.

 

Oliver Sacks'ın uzun yıllar üzerinde çalıştığı nörolojik rahatsızlıklar, vaka anlatılarını dikkate aldığımızda bir hikmete dönüşebiliyor. Şimşek çarpmasıyla ani gelen müzik yapma şevkini tetiklediği gibi, temporal lop epilepsisi teşhisiyle müzikal aydınlanma yaşayan vakaların gerçekliği, notaların şifacı yanına işaret ediyor. Ancak bu ekstaz halinin müzik korkusunu da tetiklediği durumlara dikkat çekmeye özen gösteriyor yazar.

 

En nihayetinde müziğin ve sözlerin sustuğu yerde, Kosmos'un kendi orkestrasını duyumsamanın imkânlılığından bahsediyor yazar. Bizi kuşatan çevrenin, kuşların, geceyi imleyen çekirgelerin, ağaçların çatırdayan gövdelerinin tartımlı bir biçimde "aklımıza takılan şarkıya" dönüştüğünü müjdeliyor. Okur bu satırlarda zihninde müziği hayal etmeye başlıyor. Reha Erdem'in "Beş Vakit" adlı çalışmasında, zamanı beş vakitte okunan ezanla tanımlayan Yıldız'ın musikisi oluyor belleğe düşen ya da koro halinde düet yapan bazı kuşlar, uyanmaya imtina ettiğimiz düşlerdeki sesler mesela.

 

Hepimiz kendi müziğimizi taşıyoruz

 

"Tatlıdır kulağa çalınan melodiler; fakat hiç duyulmayanlar daha tatlı." (John Keats)

 

Oliver Sacks böylelikle müziğin içimizde küçük bir hisse dönüşebildiğinden dem vurur. İtikatlarımız, beğenilerimiz benzer ve farklı olsa dahi, kendi müziğimizi aradığımızı ve onu taşıdığımızı ileri sürer. Ancak müziğe direnç göstermek diye bir şeyin de söz konusu olduğunu hatırlatmaktan geri durmaz. Bunu, tüm okurların hakkında bir fikri olduğunu tahmin ettiği önemli isimler üzerinden örneklendirir. İrlanda asıllı Amerikalı yazar Henry James'in ya da müziğin şehri Viyana'da yaşayan Freud'un çalışmalarında müziğe hiç değinmemelerini, çocukken müziksiz bir evde yetişmiş olabilecekleri tahminiyle yorumlarken, diğer yandan analitik düşünce biçimlerine halel gelmemesi için bir sırt çevirme hali, müziğin güçlü duyguları karşısında korunma tavrı olarak izah etmeye çalışır. Sacks bu vesile ile çocukluk mevzusunun da içine girerek, bir parça Mozart dinlemenin matematikle boğuşan çocuğun sorununu çözemese de onun müzikselliğinde ve düşünce biçiminde yaratacağı zenginliğin altını çizer.

 

"Mozart'ın müziği tanrının yansımasıdır." (Sir John Tavener)

 

Notaların dahileri, müzikal halüsinasyonlar, ansızın çıkagelen müzikofili, sesin ve melodinin önlenemez kışkırtıcılığı metnin her bölümünde okuru büyüleyerek ve farklı araştırmalar, müzikal keşifler yapma iştahını da ayartarak sınırsız bir ummanın içinde yolculuğa çıkarıyor. Sacks, müziğin bedenle kurduğu ilişkiye de sessiz kalmıyor. "kapı gıcırtısına oynamak", "konserde ayılan bayılanlar" , "Elvis Presley ya da Beatles için kendini paralayan hayranlar" müziğin kendinden geçiş, o ekstaz halini görselleştirmemiz için bizi teşvik eden birkaç çılgın görüntü. Ancak bedenin müziği giyinerek girdiği o ayinsel devinim için ne demeli? Vals, rumba, salsa ya da Arjantin tangosunun ritmin bedenle ilişkiye girdiği en rahatlatıcı yöntemlerden biri olduğunu savunuyor yazar. Müzik solo etkileşim iken, dansın herkesle bir aradalığının çeşitli hastalıklarda sağaltıcı olduğunu da gözlemliyor. Nietzsche'nin ritmik canlılık ve coşkunun en doğal hali ile dansta ifadesini bulduğu düşüncesiyle bu gözlemini güçlendiriyor.

 

Müzikofili (Müzik ve Beyin Öyküleri) vaka öykülerini anlatırken kullanmak zorunda olduğu tıp terminolojisi ile, okurun metnin bütünlüğüne gösterdiği dikkati yitirmesine sebebiyet verebilir. Ancak yelpazesi geniş araştırma kaynakları ve en az metin kadar okuması heyecan verici olan dipnotlar "özel ilgi" talebini hak ediyor doğrusu. Bununla birlikte Sacks'ın referans verdiği müzisyenleri ve yorumlarını, metin eşliğinde dinleme çabası gösteren okurun, daha yoğun hislerle baş başa kalacağı ve duyumsatıcı okuma pratiği gerçekleştireceği müzikli bir metin Müzikofili. Begüm Kovulmaz'ın incelikli çevirisiyle Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitap, okurlarının kendisini keşfetmesini bekliyor.

 

 


 

 

* Görsel: Laura Tringali Holmes

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.