Yunan mitolojisindeki Tanrılar, tıpkı başkalarında olduğu gibi, bir acayip. Kimsenin aklına gelmeyecek şeyleri yapıyorlar; bazen bir dağın tepesinden keyifle savaş izlemeye koyuluyor, bazen de ilginç sorular sorup eylemlere girişiyorlar. André Alexis de, onların tam da bu yönlerinden hareket edip, bir bara yerleştirdiği Hermes ile Apollo’yu insanlığın geleceği üstüne derin bir sohbete sürüklüyor.
Zamanı bol ve yetkisi sınırsız Yunan Tanrılarından Hermes ve Apollo, muhabbeti koyulaştırıp, “Ne olacak bu dünyanın hali?” sorusunun ardından, insanların herhangi bir hayvandan daha iyi olup olmadığını tartışmaya başlıyor. Gelgelelim, iki Tanrının atışması bir başka soruda kilitleniyor: Hayvanlar, insan aklına sahip olsa daha mı mutsuz bir hayat yaşardı? Klasik Yunan metinleri gibi başlayan Tanrılar Zar Attığında, bu noktadan itibaren çağdaş bir eleştiriye; kimi anlarda bir ütopyaya, kimisindeyse distopyaya doğru yol alıyor.
Apollo ve Hermes’in iddialaşması, Toronto sokaklarında yankılanırken, karşılarına çıkan veteriner kliniğindeki köpekler sayesinde bir deneye evrilir. Deneyin sonucu iki açıdan önemli: Birincisi, kaybeden diğerinin 365 gün boyunca kölesi olacak. İkincisi, tartışmanın felsefi boyutuyla ilgili; köpekler eğer mutsuz olursa insan da yenilmiş sayılacak, mutlu olursa insanın başka canlılar üstündeki “zaferi” perçinlenecek.
Böylece Tanrısal güçlerini kullanıp Toronto sokaklarına on beş köpek salan Apollo ve Hermes, hem eğlenceli hem de sonucu merakla beklenen bir eyleme girişir. Alexis’in insan aklını, köpekleri ve insancıl kent Toronto’yu seçmesi boşuna değil elbette. Çeşitli şekillerde ve yeryüzünün hemen her noktasında bir biçimde tartışılan bu konunun gelip dayandığı nokta hep aynı: Bir varoluş problemi. Başka bir deyişle aklın, insanın yolunu aydınlatıp aydınlatmadığı ya da önünü tıkayıp tıkamadığının tartışılması ve bunun bir gayya kuyusuna dönüşmesi.
İnsan davranışının “incelikleri”
Toronto sokaklarında turlamaya başlayan köpeklerin, başlangıçta yeni durumlarını yadırgadığı aşikar. Üstelik sadece aklın yeterli olmadığı da ortada; onunla yan yana yürüyecek sevgi, şefkat ve sağduyu gibi özellikler, aklın asla tek başına nefes alıp veremeyeceğini de gösteriyor. Bu bakımdan köpekler, Alexis’in elinde hem bir metafora hem de hakikate dönüşüyor. Aynı şekilde Apollo ve Hermes de kendini Tanrılaştıran insana yapılan göndermeyle benzer bir rotada ilerliyor.
Bunlar dışında, kente dağılan insan aklına sahip köpekler, insanların açtığı her türlü tezgahtan geçip onlar gibi davranmanın “inceliklerini” de öğreniyor. Daha sonra insanların yaşadığına benzer ve daha önce hiç rastlamadıkları varoluşsal sıkıntıların pençesine düşüyorlar. Beri yandan kuvvetlendikçe güç zehirlenmesine uğruyorlar. Köpekler, insan aklıyla hareket ettikçe zamanında kendilerine yapılan muamelelerin özünü kavramaya başlayıp “korku” ve “saygı” gibi zemini kaygan kavramları hızla algılarken, köpeklik hakkında gitgide daha çok kafa patlatıyor.
Apollo ve Hermes’in girdiği iddianın bir kazananı, yaptıkları deneyin elbette bir sonucu var. Fakat Alexis’in, kitabıyla okura sorgulattıkları da yabana atılmamalı: En başta aklın ve sınırlarının ne olduğu. Bir diğeri, yaşamın ve ölümün hangi aşamalarda mutluluk ve mutsuzluk verdiği. Bütün bunların yanıtları, hem şiirsel hem de Eski Yunan trajedilerine benzer biçimde veriliyor romanda. Alexis, Tanrılar Zar Attığında’yla okura zihin jimnastiği yaptırıyor bir bakıma.
Görsel: Ali Çetinkaya
Yeni yorum gönder