Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hem kurban hem zalim Markiz De Sade



Toplam oy: 1595
Sibylle Knauss
Can Yayınları
Sibylle Knauss bir kadın yazarın kadın kahramanını, tekil ve öznel bir bakışla temsil edebilmesine şüpheyle yaklaşarak Markiz’e, onu anlamamıza, onu kendi içsel dünyasıyla, cümleleriyle tanımamıza imkan sağlıyor.

Markiz, tarihin gölgesinde kalmış, ikincilleştirilmiş kadınların hikayelerini kurmacalaştırarak onlara söz hakkı tanıyan, bir kadın olarak yaşadıkları öznel deneyimi aktarmaları için alan açan Sibylle Knauss’un dilimize çevrilen ilk romanı. Marki’nin karısını hem Markiz, hem Renée-Pélagie kimlikleriyle metnin odağına yerleştiren, böylelikle kadınların toplumsal, kültürel ve ideolojik normlara göre özdeşleşmek zorunda bırakıldıkları duygusal, cinsel rolleri hem de bunların kadınlarca deneyimlenme, duyumsanma biçimlerini yansıtan önemli bir roman.

 

 

 

 

Sibylle Knauss

Sibylle Knauss

 

 

Kadınları aşağılamaktan, cinsel fantezilerinin kölesi kılmaktan haz duyan, hayatı boyunca bu arzunun doyurulması için çabalayan Sade’a, tutkuyla aşık olan karısının gözünden bakarken bu kadını anlamaya da çalışan bir kadın olarak öznel söylemini roman anlatısına eklemlemiş Knauss: “Kendi hayatlarını mahvetmek için deli olan kadınlar vardır. Bu kadınların en büyük aşırılığı ise kendilerini, bir daha yerine gelmeyecek bir kaynağı ziyan etmektir.” (s.210) Markiz böyle bir kadındır, annesi ve kız kardeşi de… Ancak bu kadınlar, tarihsellikten yoksun sabit bir kategorinin suskun elemanları değillerdir. Knauss bir kadın yazarın kadın kahramanını, tekil ve öznel bir bakışla temsil edebilmesine şüpheyle yaklaşarak Markiz’e, onu anlamamıza, onu kendi içsel dünyasıyla, cümleleriyle tanımamıza imkan sağlayan -üstelik Sade’ın teorik ve pratik pornografik evrenini anlatmak için pornografik sözcüğe ihtiyacı olmayan- samimi, serinkanlı bir dil vermiş:


“Onunla mutlu muydum? Sorulacak şey mi?” “Aşık mıydım? Bilmiyorum. Genç bir kadının, kocasına aşık olması gerekir mi?” (s.57)

 

 

 

“Bu tutku onu da ele geçirecek. Erotik düzenlemelerin bir parçası olarak tehlikeyi o da sevmeye başlayacak. Marki’nin suç ortağı olacak.”

 

 

 

 

Renée-Pélagie’nin, Sade tarafından sevilmek ya da arzulanmak bir yana defalarca aldatılmasına, horgörülmesine, aşağılanmasına, terk edilmesine, kullanılmasına rağmen onu sonsuz bir aşkla nasıl sevebildiğini, bu uğurda bir kadın düşmanına nasıl dönüşebildiğini çözümleyebilmek için ikili bir bilinç kurgulamış Knauss. Hikayeyi anlatan ve hikayesi anlatılan iki kadın, iki ayrı ses ve öznellik olduğunu özellikle göstererek bu sesleri birleştirmenin ve kadının dişil dille temsilinin yollarını aralamış.

 

Cinsellikteki coşkuyu çirkinlik, nefret, dehşet, iğrençlik ve şiddette bulan Sade’la, yirmi bir yaşında, dönemin kurallarına uygun bir evlilik yapan Renée-Pélagie’nin diğer soylu kızlardan farklı olarak evliliğinden cinselliğe dair hayal ve beklentileri vardır. Ancak günah çıkarttığı papazlar başta, egemen patriyarka göre bu erotik duygulanımlar günahtır. Sade’ın çılgınca eleştirdiği din, kadın cinselliğinin ve bedeninin baskı altına alınarak kontrol edilmesini sağlayan en etkili araçlardan biridir. 18. yüzyılda aydınlanma düşüncesi insanlık tarihinin dinsel tefsirlerine meydan okumaya başladığında dahi kadının itaatkar konumunda bir değişiklik olmamıştır. Böyle bir dönemin kadını olarak Renée-Pélagie de kendi biricikliğini itaat, bağışlayıcılık, fedakarlık ve suç ortaklığı üzerine inşa etmiştir. Yanı sıra Markiz olabilmek önemlidir! Kendisini tiyatro oyuncularından ve kibar fahişelerden ayıran “tek” oluşudur. “O, nikahlı karısıydı. Sadece karısı tekti. İnsan nikahlı eş olarak her zaman tektir.” (s.112)

 

Kocasının, kız kardeşi Anne-Prospère de dahil olmak üzere çocuk yaşta genç kızları, dilenci kadınları, fahişeleri 'töre yıkıcılık' ve özgürlük safsatasıyla kırbaçladığını, yaraladığını, zehirlediğini, tecavüz ettiğini, tüm kıyıcı ve yıkıcı cinsel fantezilerini bildiği halde, rahatsız olmak şöyle dursun bu sadist pratikleri onaylayarak erkeği için tamamlanmak arzusu içindedir Markiz. Erkeğe göre şekillenmiş bu duygusal ve cinsel imgelemde kadın yalnızca erkeğin fantezilerinin uygulanması için bir yardımcı destektir. Irigaray, bu durumda vekil kadının zevk de alabileceğini belirtir, ama bu zevk kendisini başkasının arzusuna pazarlayan mazoşistik bir zevktir. Kadınları şiddetin hedefi haline getiren, üstelik bu şiddeti kadınları eğitmek için ya da kadınların arzuladıkları bir şeymiş gibi sunmakta pek usta olan Sade’a kırbaç pratiklerini sadece kendisiyle paylaşması için yalvaran Markiz’in arzusu cinsel ve erotik bir oyun değil, sadizme giden cinsiyetçi bir strateji, kadınlara yüzyıllardır içselleştirilmiş gönüllü kulluktur. Bundan haz alabileceğini aklından bile geçirmez Markiz, kendi bedenini, cinselliğini, duygularını işin içine katmaz. Çünkü varlığı, kocasının varlığıdır, bedeni onun arzusunun nesnesi, evliliğinin teminatı…

 

Ne var ki Marki bu teklifi asla kabul etmez: “Seninle olmaz! Sen benim karımsın!”

 

Sade’ın sodomi*, kırbaçlama, işkence törenleri, kan dökme ritüelleri ve bakire eğitme seanslarına katılamayınca başka iktidar mekanizmalarıyla tamamlanmaya karar verir Markiz: “Bu tutku onu da ele geçirecek. Erotik düzenlemelerin bir parçası olarak tehlikeyi o da sevmeye başlayacak. Marki’nin suç ortağı olacak.” (s.175)

 

Kocasının zorla alıkoyup işkence yaptığı, tecavüz ettiği, kırbaçladığı kızlara şikayetlerini geri çekmeleri için para verir, Sade için kırbaçlar, değnekler yaptırır, kız kardeşini, annesini, tüm ezilen kadınları karşısına alır, hayatını Sade’ı hapisten kurtarmaya adar. Ataerkinin kadınları birbirine karşı oynadığı bu güç oyunu ve suç ortaklığı, Markiz’in hayatının en mutlu dönemi. Çünkü Sade bir başka kadınla yatamıyor! Kendisinden başka ona etini sunan kimse yok. “Markiz dibine kadar nikahlı karısı!”

 

“Sembolik iktidar ve şiddet ona maruz kalanların katkısı ve onayı olmadan işleyemez” der Bourdieu. Kadın, uyumluluğuna, işbirlikçiliğine, sadakatine, özdeşleşmesine karşılık, romantik kaderin yüce doruğunda duran adam tarafından okşanıp arzulanır. Markiz olabilmek adına Renee Pelagie’ye ait ne varsa hepsini feda eden bu kadın, tüm yaptıklarına karşı Sade’dan ne sevgi görmüştür ne saygı.

 

Simone de Beauvoir’nın Sade için sorduğu soruyu -Sade’ı yakmalı mı?- Markiz’e de yöneltmemek için kadının bastırılmış sesini açığa çıkaran ve kahramanıyla empati kurabilen Knauss’un yazarlığına güvenmeli…

 

 

 

 


 

 

 
Sodomizm, doğaya karşı bir suç olarak kabul edilen üreme dışı cinselliği tanımlamada her şeyi kapsayan şemsiye bir terimdi. 1607’den 1740’a kadar cezası, resmi olarak ölümdü. 1810’da Napolyon Yasaları sodomizme karşı bütün yasakları kaldırdı.

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.