Düş kırıklığı nasıl da mikrobik; Marilyn Manson ve Ozzy Osbourne konserlerinin yarısında alanı terk ederken beklentilerimi şekillendiren, bana ayrıntılardan bir hayat / farklılıklardan bir korunma mekanizması teklifinde bulunan bu insanların ihanetine uğradığım hissine kapılmıştım durup dururken. Filmler, kitaplar da öyle değil mi? Yarım bırakmak zorunda kalmak, sevdiğiniz bir şeyden ayrılmak ve bunun suçunun haksız yere üstünüze yıkılması.
Galiba mesele hakikaten, sizin kurguladığınızın dışında seyretmesi olanların. Yani bencilliğin sosyal bir envantere dönüşüp kişiyi özlediği şeyde katışıksız masumiyetle cezalandırması. Fazla kişisel görünse de aslına uygun bulunmayan davranışların rot ayarını bozmasıyla alakadar. Direksiyon hakimiyetini kaybedip bir de şaftı kırdınız mı, karşılaştığınız her sert olayda yalpalamaya başlarsınız. Tesellinin kibri buralarda gizli olsa gerek.
Bana kalırsa, ‘doğru’ doğaya aykırı; hata üzerine çalışıyor akıl: Hata yapma değil, hataları düzeltme uğraşı bu. Riski en aza indirme, mükemmele yakınlaşma arzusuyla yaşıyoruz gibi.
Goran Dukic’in ilerde alternatif kült sayılabilecek filmlerinden Wristcutters’da Tom Waits’in canlandırdığı Raife Kneller adlı karakter diğerlerine şöyle bir hikâye anlatır: “Evvel zaman içinde bir zamanlar bir eğri, bir de doğru ağaç varmış. İkisi de yan yana büyümüşler. Ve her gün doğru ağaç, eğri olana bakıp ‘sen eğrisin’ dermiş, ‘hep eğri oldun ve daima da eğri kalacaksın; ama bana bir bak: Ben uzunum ve doğruyum.’ Sonra bir gün ormana oduncular çıkagelmiş; etrafa göz atmışlar. Liderleri ustabaşı diğerlerine şöyle seslenmiş: ‘Bütün doğru ağaçları kesin!’ Ve o eğri ağaç bugün bile hâlâ orada. Gittikçe güçleniyor, gittikçe eğriliyor.”
Vefa duygusu, hatayı en aza indirger; hatayı bir bağışlanma seçeneğine bağlamaz, tersine hatanın bağışlanılmaması gereken bir vicdan durumu olduğunu belgeler. Birçoğumuz vefayı ilişkilerin kaçınılmazlarından sayarız - ki bu yanılgıdır, vefa tarihsel bir refleksten ibarettir.
Özenle koşuttur. Bilinçle teğettir. Teslimiyeti reddettiği kadar bağlılığın da kaçınılmazlığını işaret etmesiyle kıymetlidir. Hatır kavramını hep diri tutar. Lüzumsuz saygıdan uzak durur.
Memnu hislerle meşrulaşmak
Günümüz âşıkları aralarında bir gerilim, kırılma yaşandı mı kalkıp cep telefonlarına sevgiliden gelen mesajları siliyor en fazla, sosyal medyadaki karşılıklı hesapları kapatıyorlar artık. Mektupları yırtan yok. Yırtılan mektupları pişmanlık içerisinde yapıştırmaya çalışanlar yok. Mektupları biriktirip biriktirip arada açıp okuyan yok. Çünkü mektup yazan yok ne yazık. Titreyen bir elden çıkan yazıyı görememenin yoksulluğu hakimken, hataların aşkla kardeşliği, vefanın tezahürü veya‘gözlerinden öperim’ diye yollanan selamlar zamana yenik düştü. Postacıyı beklemenin heyecanı, postada kaybolabilecek bir mektubun telaşı ve alelacele yanıt yazma şevki silinip gitti. Memnu hislerle meşrulaşmak: Ne çok severdik onu.
Okurlarımdan, dostlarımdan gelen mektupları arşivlerdim bir zamanlar; hatta onlardan bir kısmını kişisel hakları koruyarak bir kitabıma bile almıştım. Mektubun sihri sihirbazlar sahneden çekilince bitti. Mektuplar gidince zarfları kaldı geriye.
Haydar Ergülen’in Zarf adlı şiir kitabı, biz şairlerin çok sevdiği kelimeyle söylenirse incelikli. Mektubun vefa ile, hatalar ile, hayatın cilveleri ile ilişkisini dillendirirken tüm kitap boyunca bu hattan ayrılmıyor Haydar; yazışmanın hele hele bunu mektup aracılığıyla yapmanın bütün ayrıntıları her şiirde dallanıyor – bazen geçmişe doğru yöneliyor – bazen adandığı kişinin çevresinde hâleleniyor. Altını çizmişim: ‘belki bazı şeyleri iki kere unutmak iyidir’; doyumsuzluğumuzu, huzursuzluğumuzu günümüzün politikalarında, küresel entrikalarda arama alışkanlığını bir kenara bırakıp sebebe gözü kara inersek, Haydar’ın temas ettiği gerçeklerin tuzağına düşmez miyiz sanıyorsunuz?!
Bir şiir kitabını övmek de, yerden yere vurmak da zordur benim için; ama Haydar’ın Zarf’ını bir solukta okudum; çünkü sanki ben yazmıştım ve sadece son kontrolünü yapıyordum. Yöntemler farklı da olsa şair kardeşliği-kuşakdaşlık belki de budur. Zarf’ı tekrar tekrar açıp inceledikçe etraf, eşraf arasındaki can sıkıcılıktan destek almayan bir yalnızlığı hatırladım gene. Ruhum mektupsa bedenim zarf mı; yüzüm pul mu, adım adresim mi üstüne yazılan: Kafam karıştı.
Zarf’ı karıştırdım ben de harf harf; Farz oldu.
Haydar’ı altüst ettim harf harf; ateşler içinde bir uzak, bir mazi: Har Yad çıktı.
Şiirin sihri anlam sahneye çıkınca geri geldi.
Yeni yorum gönder