İnsan, çocukluğunu başkalarından gizler. Utanılacak bir şey yoktur; serbest bırakılmış bir temizliğin, saflığın korunduğu yıllardan çıkartılıp kirletilmeye terk edilmesine engel olmaktır neden. O yüzden insan çocukluğunu ve çocukluğundan getirebildiklerini korumakla görevlendirilmiştir. Bu ince görev onu yalnızlaştıracaktır.
Yalnızlığını iyi şeylere borçludur artık. Kimsenin dikkate ve ciddiye almadığı küçük, mühim bir lisan geliştirir yaşadıklarından. Zarif bir dünyanın kibar kelimelerine muhtaç kalmak; işte yalnızlığının başlangıcı tam da budur.
İnsan, çocukluğunu başkalarından gizler. En zayıf noktasıdır çünkü. Yalın ve yalansız yanları şantaja yol açabiliyorsa kime seslense, kime danışsa, kime sığınsa çaresizlik, pişmanlık ve çözümsüzlük onu gölge gibi takip edecektir. Dizleri kanayan, hâlâ soba üzerinde pişen kestaneleri özleyen, masallara inanan, arkadaşlarını delicesine seven bir çocuğu herkes hor görecektir. Hayat psikolojiye tahammül edemez. Onu bozarak sistemine katar, rengini çalar.
Birdenbire büyüyen, bunu istemiş insanların çocukluk kayıtları kendileri tarafından silinmiştir. Doğdukları yeri, mahallelerini, aile büyüklerini, ilk okullarını hatıra diye kabul etmezler. Onlar hükmedebilmek için o çağı karanlığa gömerler.
İnsan, çocukluğunu başkalarından gizler. Onunla yüzleşmesini tamamlayamamıştır bir bakıma. Saadetin elde edilmeyen, zaten elde olan bir his diye tanımlandığı zamanlardan çıkagelen o küçük dostun gerçeklerine muhtaçtır çünkü. Çünkü gerçekler kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu gerçekler en zayıf noktasıdır çünkü. Çünkü zayıflık çıplaklık ve iyiliktir. Çıplak ve iyi olan doğadandır çünkü.
Sevgi, şefkat, vefa, samimiyet marifetse bundan sonra, insan bundan sonradır. Bir sırrın ağırlığı, bir hatanın telafisi, bir kabahatin hoş görülmesi, bir ölümün derin acısı, bir günlüğün gün ışığına çıkması hepimiz için kaçınılmazdır.
Bir kalıptan çıkan ince plastikten şişirme moda arabalara uzun bir tel takıp oyuncak yapıldığı günlerden geriye biraz tetanos kalmıştır, biraz şiir kalmıştır, biraz hüzün kalmıştır. Mamafih, bunların kalması ne hoştur. Belki bir anneannenin tülbendi, belki bir amcanın tüm yeğenlerini etkileyen garip hikâyeleri, belki bir dayının tütün tabakası ve muhtar çakmağı kalmıştır. Hepsi orada, o evde, o odada o çocuklarla birlikte kalmıştır. Eski bir radyonun kenarında, iğnesi yıpranmış bir pikabın yanında, ailece çekilmiş bir fotoğrafın olduğu resim çerçevesinin arkasında, eski bir sofra muşambasının üstünde kalmıştır.
Uzun bir evliliğin ardından kaybedilen eşin eşyalarında biraz bizden de bir şeyler kalmıştır. Bir sahil kasabasında deniz kenarında yürürken deniz yıldızları toplamak kalmıştır hatırlarda. Kumdan kaleler, gazoz kapakları, çizgi romanlar ve belli belirsiz bir Akdeniz kalmıştır muhtemelen. Giden gitse de herkes birilerine kalırken hepimize Edip Cansever kalmıştır. Ne kadar gizlenirse gizlensin çocukluğumuz bütünüyle dünyaya kalmıştır.
Çocuk kalbi
Çocukluğa, çocuğa dair olana, yetişkin olsa da o berraklığı koruyana itina gösteren bir yazar Yekta Kopan. O kirlenmemişlik, o masumiyet Kopan’ın kaleminde bazen bir sızıya, bazen bir tebessüme dönüşürken esas oğlan, esas kız asla unutulmuyor. Hep bir şükran, hep bir teşekkür için yazıyor sanki. Son kitabı İki Şiirin Arasında’da lirik diline sokağın da müdahale ettiği, sürekli bir sürpriz beklediğiniz öyküler birbiri üstüne binerek, katlanarak sizi de maceralara, çocukluğa, “çocuk kalbi”ni taşımayı inatla sürdüren hayat emektarlarına sürüklüyor. İki Şiirin Arasında geride bıraktıklarına, ansızın koparıldıklarına, nedensiz terk edilenlere, ömrün trajedisine yenik düşenlere daima üzüntü ile bakanların nefes alacağı güzellikte bir kitap. Kopan, hınzır üslubuyla ağlamanızı önlüyor ve sizi gülümseterek yolcu ediyor geçmişinize. Hararetle tavsiye ediyor, hatta ısrarımın faydasını göreceğinizi açıkça söylüyorum.
* Görsel: Sinan Arık
Yeni yorum gönder