Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hiçbir Şey Hakkında: Gariplikler



Toplam oy: 124
Reşat Çalışlar, Gariplikler’de Orhan Veli şiirleriyle Demet Akalın şarkılarını aynı potada eritmek gibi bir işe girişiyor. Daha tuhaf olansa, bunu başarıyor. Geoff Dyer’ın Bir Hışımla'daki karakterin peşine düştüğü ve ulaşması imkânsız hale gelen ‘Lawrence kitabı’ gibi var olan ama aslında olmayan bir proje için koşan onlarca benzemez karakter.

Seinfeld’in mizahının arkasında yatan büyük gücün, dizinin hiçbir şeyle ilgili bir dizi olmasından ileri geldiği rivayet edilir; kült televizyon dizisi, sezonlarından birinde bu tartışmaya da odaklanır. Karakterler Jerry ve George, bir televizyon programı yapmak istediklerinden bahsederler. Bu program, hiçbir şey hakkında olacaktır.

 

İçinde hiçbir şey olmayan bir program yapmak, o programın genel bir konusuzluğa dayanmasını gerektirmiyor. Şüphesiz dizinin birçok bölümünde belli bir konu bütünlüğü, bir akış vardı; yine de bu akış, birçok yerde karakterlerin önüne geçmiyordu. Hiçlik hakkında bir programla kastedilenin, aslında kendisinden önce yapılan işlere meydan okuyacak kadar konuyu arka plana atmak suretiyle belli kalıpları, dayatmaları “hiçe sayma”yı deneme olduğunu varsayabiliriz.

 

Bu türden bir meydan okumayı son dönemde İngiliz edebiyatının önemli –maalesef pek aşina olunmayan– ismi Geoff Dyer’da görebiliyoruz. Yazarın özellikle Bir Hışımla kitabı, türünün en iyi örneklerinden. Kitapta ana karakterimizin dile getirdiği “D. H. Lawrence hakkındaki kitabı yazıyor olmam gerek”, “Lawrence hakkında yazacağım kitapla ilgili herhangi bir gelişme kaydedeceksem” gibi tekrarlar ve yapılacak işten çok işin nasıl yapılacağına dair monologların ön planda olması, söz konusu başkaldırıya işaret ediyor.


Hayat ekseninde bir roman
Gelelim Reşat Çalışlar’ın Gariplikler’ine… “Bir Yapımcı, Bir Bozumcu, Bir Youtuber, Bir DJ, Bir Maske ve diğerlerinin Orhan Veli konulu bir film projesi etrafında gelişen tuhaf macerası” alt başlığını taşıyan romanda, ana eksene Orhan Veli konulu bir film projesi yerleşiyor. Karakterler bu film projesi için oradalar. Fakat Geoff Dyer’ın peşine düştüğü ve ulaşması imkânsız hale gelen Lawrence kitabı gibi bir proje bu. Orada var, ama aslında yok. Orhan Veli’nin hayaleti kitap boyunca karakterleri rahat bırakmıyor; çekilecek bir film var, evet, ama bu hiç önemli değil. Çalışlar’ın yapmak istediği biraz farklı gibi duruyor: Romanını biraz daha hayat eksenine çekiyor; günceli yakalama, olan bitene, hâlihazırda yaşananlara dair bir not çıkarma, bazen şerh düşme isteği içinde yazar.
Kitapta fazla karakter olması başlarken korkutsa da o keşmekeşin içinden bir gürültü yığını çıkmıyor. Takip etmesi yer yer güçleşse de, Çalışlar kendini geri planda tutmayı becerip sahneyi karakterlere bırakmayı ihmal etmemiş. Anlatacak çok şeyi olsa da yazar -Demet Akalın’dan Instagram ünlülerine, TikTok’a, geniş bir skala bu- tüm bunları karakterlerine ve olay örgüsüne yedirmeyi başarmış. Karakter yaratmada ve olay örgüsündeki ustalığına rağmen, bir noktada eleştirilebilir: Birçok karakterin iç dünyasında farklı şeyler dönse de, bu tuhaf karakterlerin arasında Miray Garibe, tastamam bir “aptal sarışın” olmaya mahkûm ediliyor, komplike bir karakter olmaya yer yer yaklaşıp yazarın birkaç hamlesiyle hemen blogger’lığa geri dönüyor, sadece ekran önünde var olan bir karaktere dönüşüyor. Başka bir deyişle, Çalışlar’ın Miray Garibe’ye hiç acımadığı da söylenebilir.
Bunun dışında, Gariplikler tuhaf bir kitap. Çağın timeline’larda akan ritmini yakalıyor. Afili Filintalar’la doğan o zıpır edebi çizgiden güç aldığı, ona benzediği de söylenebilir. Bense Çalışlar’ın zihnini çok daha berrak tutmayı başardığını; karakterleriyle, çok katmanlı olay örgüsüyle birçok yazarın üstesinden gelemeyeceği, hiçbir şey hakkında dolu dolu bir kitap yazdığını söylemek istiyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.