Bir roman ne zaman otobiyografik sayılır? Yazar başından geçenleri anlattığında mı? Yoksa yazar başından geçmesini umduklarını anlattığında mı? Bir Ikea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu tam da bu çizginin üzerine yazılmış roman. Peki Fransız bir yazar ile bir Hint Fakiri'nin ne tür bir ortak noktası olabilir? Ve Hindistan'daki köyünden Fransa'ya IKEA markalı çivili bir yatak almaya gelmiş bir Hint Fakiri'nin öyküsü nasıl olur da Fransız yazarın hayatına içten bir bakış sunabilir? Hemen umutsuzluğa kapılmayın; absürdün o muazzam evreninde her şey mümkündür.
Günlerden bir gün Alice adlı bir kız bir tavşan deliğinden içeri düşer, Ajatashatru Lavash Patel adlı bir Hint Fakiri bir IKEA dolabında mahsur kalır ve olaylar gelişir. Absürdün temelidir bu; absürt kendi dünyasını yaratır ve bu dünyada sadece onun koyduğu kurallar geçerlidir. Yazarın bu absürt evreni yaratmakta son derece başarılı olduğunu peşinen söyleyelim. Daha ilk sayfadan önümüze kurulan absürt evrene adım adım ısınmamızı sağlıyor olay örgüsü. Öyle ki kahramanımızın bir IKEA dolabında mahsur kalıp bu yolla İngiltere'ye seyahat etmesiyle başlayan olaylar zincirinin hiçbir adımını garipsemiyoruz. Hatta kitabın ilk üçte ikilik kısmında kurgu bizi içine çekiyor ve bir sonraki ülkeye doğru Racastanlı Hint Fakiri'ni takip etmek istiyoruz. Ancak burada bir nokta var ki kahramanımızın bahtı keskin bir şekilde dönüyor ve doğruyu söylemek gerekirse bu absürt evrende dahi böylesi bir baht dönüşü okura pek gerçekçi gelmiyor. Yine de daha gerçekçi bir üslup içinde rahatsız edici olabilecek bu durum yazarın başarıyla sürdürdüğü absürt üslubu sayesinde okurun kabul sınırları dahilinde kalmayı başarıyor. Ayrıca yazarın Hindu isimleri üzerinden yaptığı söz oyunları da okuru gülümseten cinsten. Bu noktada bu söz oyunlarını Türkçe'ye son derece başarılı bir biçimde adapte eden çevirmen Ebru Erbaş'ın da hakkını teslim etmek gerek.
Aslına bakarsanız Bir IKEA Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu olay örgüsünü yer yer tipleşen baş karakterinin gözünden anlatmasıyla karakter komedilerini akla getiriyor. Bu yönüyle karakter komedilerinin handikapına düşmeye çok müsait; karakter yüzeye iyice yayılıyor fakat hak ettiği derinliğe her zaman erişemiyor. Ayrıca karakter komedileri baş karakterin ekseninde dönmeye fazlaca müsait olduğundan diğer karakterler yeterli gelişme ve kendini ifade etme imkanına ne yazık ki erişemiyor. Özellikle Hint Fakiri Ajatashatru'nun değişiminin temel motivasyon kaynağı olan Fransız Marie'nin bu kadar yüzeysel kalması bana göre kitabın en büyük eksilerinden biri. Marie sanki Ajatashatru'nun gelişimine katkı sunmak için değil, yazar bir nedene ihtiyaç duyduğu için orada. Adeta iskambil destesindeki joker gibi sadece ihtiyaç anlarında ortaya çıkıyor. Bu açıdan Ajatashatru'dan sonra en çok derinleştirilen ve üzerine gidilen karakterin Çingene taksici Gustave Palourde oluşu da doğrusu enteresan bir tercih.
Uzun lafın kısası ilk romanını Roma'ya doğru giden bir uçağın bagaj bölümünde kendi gömleğine yazan Hint Fakiri Ajatashatru Lavash Patel'in bugüne dek hosteslik, pasaport kontrol memurluğu vb. işlerle iştigal etmiş ve ilk romanının bir kısmını gömleğine yazmış yazarımızın alter egosu olduğunu düşünmeden edemiyorum. Sırf bu düşünce bile yazarın bir sonraki romanını merakla beklemek için yeterli bir sebep, değil mi?
Yeni yorum gönder