Edward Norton’lu İllüzyonist’i bilirsiniz. Filmin hikayesinin uyarlandığı “Sihirbaz Eisenheim” ise, Steven Millhauser’ın Barnum Müzesi’ndeki öykülerinden biri. İsterseniz önce “Yeni Başlayanlar İçin Steven Millhauser” turuna çıkalım, ardından da “Barnum Müzesi”ni gezeriz! Millhauser 1943 doğumlu ABD’li meşhur bir öykücü ve romancı. Akademiyi terk edip dört elle yazmaya sarılanlardan. Uluslararası tanınırlığını İllüzyonist filmine borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Ama edebiyat dünyası onu 1997’de ilk romanı için verilen Pulitzer Ödülüyle hatırlamaya daha meyyal. Türkçede ise Millhauser’ı ilk kez Barnum Müzesi ile okuyacağız. Kitaba ismini veren müze ise ilginç mimarisi, dolambaçlı koridorları, ürkütücü dekorasyonu, içindeki denizkızları, lamba cinleri, sihirbazları, akrobatları, türlü türlü acayip mahlukatları, canavarları, maskeleri ve mum heykelleriyle tam bir grotesk mekan. Bu haliyle de Millhauser’ın yazın dünyasının küçük bir prototipi.
Uyku ile uyanıklık arasında öyküler
Uykunun kendisine has bir evreni vardır. Orada dünyanın pek sıkıcı kanunları silinir, rüyanın egemenliği başlar. Sonsuz ihtimaller dünyasının kapıları aralanmıştır artık. Bu başka bakmalar ve görmeler evreninde yaşadığınız her şey size gerçek gelmektedir, ta ki uyanana değin. Uyandığınız an rüyada ölesiye gerçek ve mantıklı gelen şeyler bulanıklaşır, pek de anlamlı gelmemeye başlar. Millhauser’ın öyküleri ise, tam uykuyla uyanıklık arasındaki o uyanma anından uyanıklığın dünyasına çekilip çıkarılmış gibiler.
Klasik “katil kim” temalı kutu oyunlarını bilirsiniz. Millhauser’ın dünyasında hem oyunu oynayanların hem de oyunun piyonlarının kendi dünyalarının öyküsünü okuyoruz. Ya da örneğin “Mavi Perdenin Ardında” öyküsünde, ebeveynlerinden izin alarak ilk kez tek başına sinemaya giden bir çocuğun, perdenin arkasında aktörlerle karşılaşmasına tanık oluyoruz. “Robert Herendeen’in İcadı” ise, haylice içine kapanık kahramanın kendisine hayali bir kız arkadaş yaratması ve fakat onu yine başka bir hayali erkeğe kaptırması üzerine. “Sihirbaz Eisenheim” ve “Barnum Müzesi” ise zaten malumunuz.
Öykülerin zengin bir hayal gücü, dünyaya epey farklı bakan bir göz ve keskin bir zekayla yazıldıkları aşikar. Ancak esas ayırıcı özellik hayal, rüya ve gerçek arasındaki o kalın ve tozlu perdeleri kaldırıp yerine ince birer tül çekmeleri. Bu bakımdan Barnum Müzesi’ni kütüphanelerinizdeki Borges ve Poe külliyatının yanına yerleştirmek yerinde olacaktır. Nitekim tüm bu yazarlar rüya ile gerçek arasındaki sınırda gezinir dururlar. Hem Poe Eureka’nın başında şöyle demiyor muydu: “Bu kitabı düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adıyorum.” Sahiden soruyorum, nedir bu gerçek?
Bahsettiğimiz bu öykülere bir de, “Alice’in Düşüşü” ve “Sinbad’ın Sekizinci Yolculuğu”nu ekleyelim; konu seçimi, göndermeleri, perspektif farklılığıyla postmodern edebiyat, kurmaca ve yaratıcı yazarlıkla ilgilenenler için Barnum Müzesi gerçekten bulunmaz nimet. Fakat artık üslup olarak yerleşmiş görünen uzun betimlemeler benim diyen okuru zorlayacak cinsten. Öykülerin bir diğer handikabı ise yazarın adeta sıkılmış gibi yazmayı bir anda kesivermesi. Öyküler sanki yazar yarın eline kalemi alsa devam edecekmiş gibi soluk, ani finallere sahip. Gerçi, rüyalar da öyle değil mi?
* Görsel: Burak Dak
Az once siparisimi verdim buyuk bir keyifle okuyacagimi umuyorum, henuz okumadigim icin kitap veya elestiri ile ilgili bir yorumum olamayacak ama dikkatimi ceken ve beni nedense uzen bir duruma deginmek istiyorum.. Kitaplarin kapaginda google gorsel aramalarinda ilk siralarda cikan, daha once konsept olarak uygun gorulmus farkli ilanlarda afislerde kullanilmis olan stock gorsellerin tasarim olarakyer aliyor olmasi beni mutsuz ediyor. Yayinevleri bu konuda nasil calisiyor bilgim yok, kapagi yuzunden aldigim yada almadigim bir eser de olmadi hic aslinda, ama icimden ufak bir ses her zaman "biraz daha ozgun olmayi hakediyorsun' demeye devam ediyor yine de..
Beni bu kitaptan haberdar eden elestiri icin tesekkurler..
Yeni yorum gönder