Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

HOLLYWOOD’U KAPATTIĞIM GÜN



Toplam oy: 1636
Alev Alatlı
Everest Yayınları

Sabırla yazılmış metinlere bayılırım. Müellifin, kitabını binlerce sayfalık dokümanların içerisinden adeta bir öz gibi damıtmasındaki o kararlı işçilik beni büyüler. Bunlar öyle kitaplardır ki insanda uyandırdığı, estetik beğeni duygusunun çok ötesinde, yazarın giriştiği meşakkatin karşısında adeta ona karşı bir borçlanma hissidir.  Böyle durumlarda o çalışmanın neredeyse size sunulmuş bir hediye olduğunu düşünürsünüz ve aldığınız her hediye gibi bu kitaplar da sizi şaşırtır ve sevindirir.  Alev Alatlı’nın kitabı "Hollywood’u Kapattığım Gün"ün son sayfasını bitirdiğim an içimi böyle bir duygu kapladı. Gerçekten de Alatlı’nın tutkulu bir sabırla yaptığı araştırmalar sonucu yazdığı anlaşılan bu kitabı, usta yazarın okurlarına sürpriz bir armağanı olarak kabul edilebilir. Alatlı’nın bu kitapta ilk kez karşılaştığımız eğlenceli ve ikinci tekil şahsa seslenen yeni üslubu ise sanki bu hediyenin açarken bizi heyecanlandıran neşeli bir paketi gibi olmuş.  

‘Hollywood’u Kapattığım Gün’, aslında bir belgesel kitap. Bizlere yedinci sanatın çıldırarak vahşi bir sanayiye döndüğü  ‘Hollywood’ denen çarkın dişlileri arasında bir gezinti sunuyor.  Amerikalı dediğimiz, gerçekte olmayan bir ulusun inşasında ve pazarlanmasında bu sanatın nasıl kullanıldığından tutun da siyaset mekanizmaları içerisinde sinemanın aldığı yere kadar bize sistemin tüm resmini özenle çiziyor. Alatlı’nın kitabı, asla gizli ve bilinmeyen ilişkileri ortaya dökmek iddiasında bir çalışma değil. Bilakis sermaye, siyaset ve sinema baronları arasında belirli bir amaç adına tam da gözümüzün önünde, ayan beyan cereyan eden ilişkileri bize gösteriyor. Yazar fütursuz bir rahatlıkla kurgulanmış ve gücünü yığınların cahilliğinden alan bu ilişkiler yumağının yalnızca ayak izlerini takip ediyor. Bu bir akıl yürütme değil, bizatihi mevcut durumun teşhiri. Bence kitap gücünü de bu reddedilemezliğinden alıyor. Gerçeğin kurgu ile ikame edilmesiyle oluşturulmuş yeni bir gerçeklik alanında yaşamaya mahkum edilmiş Amerikalı’nın, asıl dünyadan koparılışını ve daimi bir turist haline getirilişini en başından başlayarak tane tane bizlere anlatıyor. Kitabı okurken yazarın,  başkalaştırılış öyküsünü yazdığı Amerikalılar adına samimiyetle üzüldüğünü fark ediyorsunuz. Sayfalar ilerledikçe okurun da bu üzüntüyü paylaşmaması çok zor.  Çünkü Amerikan halkının ‘Rıza İmalatı’ denilen faaliyetin nasıl da sürgit öznesi haline getirildiğini siz de gayet iyi anlıyorsunuz. Tüm tüketim tercihleri ve sosyal davranışları bir ‘marketing’ aktivitesi ile programlanmış bu garip ‘proje ulusun’ aklının hangi yollarla teslim alındığına hayret ediyorsunuz.  Teddy Bear ‘dan, John Wayne’e, Rambo’dan Süperman’e menşeyi Hollywood olup da dünyalarımıza girmiş olan bir sürü kavramın aslında ne saikle yaratıldıklarını kitaptan öğrenirken dev ve zalim bir düzenin mayasındaki kötülüğe dokunuyorsunuz.

Ellerinde patlamış mısır ile doluştukları karanlık salonlarda hep aynı hikayelerle heyecanlanıp, hep aynı hikayelerle sevinen, üzülen Hollywood sinemasının tüketicilerinin bütün bu filmlerin sonu gelmeyen klişelerine nasıl da isyan etmediğini anlamak mümkün değil. Alev Alatlı kitabı hazırlarken okuduğu yüzlerce senaryonun sonunda, bu klişelerin nasıl her an yeniden üretildiğini somut bir şekilde ortaya koyuyor. Böylece defalarca anlatılan, birbirinin aynı öykülerin sonunda izleyenin korku, sevinç, hüzün ya da aşk gibi insana dair duygularının nasıl sınırlandırıldığını, adeta konserveye sokularak sunileştirildiğini görmek mümkün oluyor.  Siyasetin ve tarihin, sinema yoluyla halkın zihnine, egemenlerin işine geldiği şekilde sokulmasının adeta bir zanaate dönüştüğü görülüyor. Alev Alatlı bu zanaatin başat örneklerinden yaptığı seçkilerle, okuyucusuna ne izlediğine dikkat etmesini öğütlerken, gerçekten söylediği gibi Amerikalılara da çok büyük bir iyilik yapıyor. Aslında belki de sadece onlara değil o sinemadan malul olmuş herkese bu iyiliği yapıyor. 

Bu kitap, okuduğunuz zaman içinizde tutamayacağınız, mutlaka birileri ile konuşmak isteyeceğiniz türden bir kitap.  Sinema gibi eğlenceli bir konuda, mizahi bir üslupla bilgi sahibi oldukça, aslında bir halkın trajedisinin kıyısında dolaştığınızı fark edeceksiniz.

Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.